SUNUŞ :
Bu kitapçıkta, Türkiye üzerinde oynanmak istenen
oyunlardan biri daha gözler önüne serilmektedir.
Yazarın madenlerimizin peşkeş çekilmesine karşı
Milli duyguları harekete geçirmek ve bu "İHANET
YASASINA" karşı bir duruş sergilemek için kaleme
aldığı, bunu da tarihi belgelere dayandırdığı bu
kitapçığı TÜRKİYE KAMU-SEN AR-GE MERKEZİ olarak
yayın hayatına kazandırmayı milli bir görev
bildik. Zira, TÜRKİYE KAMU-SEN yola çıkarken
salt ücret Sendikacılığı yapmayacağını Ülke
Sendikacılığı yapacağını ilan etmiştir.
Türkiye'mizi ilgilendiren her konuda Milli
duruşuna dün olduğu gibi bundan sonra da devam
edecektir. Kitapçığın hazırlanmasında başta
Avukat Dursun YASSIKAYA olmak üzere emeği geçen
herkese teşekkürü bir borç bilir, bu kitapçığın
hazırlanış amacına ulaşması dileğiyle saygılar
sunarım.
Bircan AKYILDIZ
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı
GAFLET, DELALET DEĞİL "İHANET YASASI"
NİTELİĞİNDE Kİ 3213 SAYILI MADEN YASASI VE BAZI
KANUNLAR DA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN
TASARISI HAKKIN Kİ DEĞERLENDİRMELER
A- Dünya Madenciliğine Gelişimi - Türkiye
üzerine Oyunlar;
1800'lü yılların ikinci çeyreğinden sonra,
Osmanlı egemenliği altındaki topraklarda,
Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman, Rus jeologlar
sessiz sedasız tıpkı bir köstebek gibi
dolaştılar. İngiltere'nin 1895 yılında Osmanlı
İmparatorluğunu parçalanması için hazırladığı
teklifi Almanya geri çevirmiştir. Almanya
parçayı değil bütünü istiyordu. Onlarca Alman
uzman, ülkeye gönderildi. Pan-Germen Birliği
idealogları Almanları geleceklerinin zengin ve
az kalabalık Osmanlı topraklarında yattığına
inandırdılar. Geçmişte parlak uygarlıklar
barındırmış olan verimli Mezopotamya
topraklarının çalışkan almanların elinde büyük
bir zenginlik kaynağı olacağına karar verildi.
Kayzer II Wilhelm "Doğu Birini Bekliyor". derken
Paul Rohrbock ise; Almanya'nın Geleceği Doğu
da... Türkiye'de... Mezopotamya da, Suriye de
diyordu.
Türkiye ye gelen köstebek jeologlar dan birisi
de Profösör Lawrance Smith idi. Bursa
Harmancık'ta Nallılar köyünde ilk kromit
yataklarını buldu. Zamanla Türkiye'nin krom
üretimi, Dünya üretiminin %60'ına ulaştı.
Yeni Kaledonya, hindistan, pakistan ve
Rödezya'daki (Zimbabve) kromit yataklarının
(sırasıyla 1874, 1903 ve 1906 yıllarıda)
bulunmasıyla krom üreticileri arasında korkunç
bir rekabet başlatıldı. Bu yıllardaki
demir-çelik üreticileri aynı zamanda silah
üretiminde uzmanlaşmış tekellerdi.
Türkiye'de, 1883 yılında, Bursa Harmancık kromit
yataklarının bulunması ile talan başlamıştır.
İlk imtiyaz Cevahirci Elize Leonikalaidi'ye
verilmiştir. 1882-1922 yılları arasında 35 adet
krom imtiyazı verilir. Bu imtiyazların yirmisi
yabancılar ve gayrimüslüm Türk tebasınındır.
Türk tebasından olanların hiç birisi de Türk
değildir.
Aynı süreç, Anadolu Bor Cevherlerinde de
yaşanmıştır. Anadolu da Bor madenine olan ilgi
romalılara kadar uzanıyorsa da, ilk ciddi
işletme 1865 yılında, karesi Vilayeti
(Balıkesir, Kütahya, Eskişehir) sınırları
içerisinde, 1861 Maden Nizamnamesi hükümlerine
uygun olarak Compaqnie Industrielle Desmazueres
adlı Fransız firmasına 20 yıl süreyle
verilmesiyle başlar. Daha sonra Borax Company
adlı İngiliz-Fransız firması işletim hakkını
alır.
Fransız-İngilizler çıkardıkları Boraksı Alçı
Taşı adı altında yıllarca çok ucuz bedel ve
harçlar ödeyerek kendi ülkelerindeki
tesislerinde işlemişlerdir.
Daha sonra Müşir Fuad Paşa'ya imtiyaz verilmiş,
o da 1889 yılında iki Fransız'a (Viale ve
Pradel) satmıştır.
Bu süreçte, Osmanlı ekonomisi içerisinde yer
tutan neredeyse tamamı yabancı olan bankaların
amaçları ait oldukları ülkelerin ve (yabancı)
sermaye sahiplerini osmanlı üzerindeki ekonomik
ve politik çıkarlarını korumak, yeni imtiyaz ve
çıkarlar sağlamanın yanı sıra doğuya doğru
ekonomik ve politik genişlemenin aracı olmak ve
sanayilerinin hammadde ihtiyaçlarını
karşılamaktı. 1899 yılına kadar Osmanlı mali
sisteminin tamamına yakını İngiliz mali
sermayesinin kontrolündeydi. Dahasonra Osmanlı
maliyesinin borçlarını döndürebilmek amacıyla
1905 yıllarında Deutsche Bank devreye girdi.
(M.Mustafa CINKI-Kanlı Bir Öykü)
Osmanlı zora girip borçlanmaya başladığında;
"Şimdi Türkler hızla borçlanmaktadırlar. Ancak
yirmi beş yıl sonra Osmanlı Toplumunda
borçlanmaya karşı muhalif unsurlar ortaya
çıkacaktır. İşte o zaman gerek alacaklarımız ve
gerekse bunların faizleri tehlikeye düşecektir.
Bu nedenle osmanlı Devletinin maliyesi,
ekonomisi ve servetleri üzerinde ki
çıkarlarımızı koruyabilecek Türk Yöneticilere
ihtiyacımız olacaktır. Bu yerli misyonerlerin
bizden ve yapacağımız siyasi baskılardan çok
daha yararlı olacağı kanısındayız. Bunlar, Türk
halkına kendi dilleri, kendi ikna yöntemleri ile
yaklaşma olanaklarına sahiptirler. Bu yerli
misyonerler alacaklarımızın, bir yada birkaç
yüzyıl teminat unsurlarından en önemlilerinden
biri olacaktır." (Fransa Maliye Bakanlığı
Müşaviri ve Osmanlı Devletinden alacağı olan
devletlerin hesap komisyonu başkanı Daniel
DUCOSTE-1889 Yeni Hayat Dergisi Ağustos 2002
sayısı arka kapak sözleri ile adeta bu günü
tarif etmiştir.
Tüm bu süreçte, Filistin topraklarında yeni bir
yapılanmaya gitmeye çalışan ve bunda da muvaffak
olan Teoderi HERLZ padişah Sultan II.
Abdülhamit'e yazdığı mektupta özetle şöyle
diyordu; "Bugün bizim taleplerimizi yerine
getirmez iseniz, yarın yapacağınız her anlaşmada
topraklarınızın bir bölümünü kaybedeceksiniz.
Her anlaşma sonucunda bir parça toprağınız
elinizden çıkacak ve bir süre sonra işgal edilip
parçalanacaksınız" diyordu. (Doç.Dr. Yaşar
KUTLUAY-Siyonizm ve Türkiye)
Çöken Osmanlı İmparatorluğunun kalıntıları
altından, yerli mali sermaye çıkmadı. Çünkü,
Osmanlının Bankacılık sistemi Avrupa'nın
Seligmann, Goldshimid. Oppenheimer ve Rothschild
gibi aileleri tarafından münferiden ya da
ortaklaşa kurulmuştur. Ancak, imparatorluk
batarken, ülkeyi önce bunlar terk etmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sonucu yenik düşen Osmanlı
SEVR'i imzalamak zorunda kaldı. Bu günkü,
uygulama ve sonuçları itibariyle IMF ve Dünya
Bankası ilişkileri ile adeta birebir benzerlik
gösteren Sevr Anlaşmasına göre; Anadoluyu işgal
ederek bir milletin yaşam hakkını elinden
alanlar, ne talihsiz bir rastlantı ki hesapsızca
borçlandırdıkları Osmanlı Devletinin Türkiye'ye
yardım gibi bir kavramın arkasına sığınarak, hem
malını hem canını alma hakkını elde etmişlerdir.
İtilaf Devletleri, devlete borç veren veya
vermeyen uyruklarının zararını ziyanını
karşılamak amacıyla Osmanlı Hükümetince
verilecek bir imtiyazı denetlemiş, Maliye
Komisyonunun vizesini alamayan imtiyazlar
engellenmiştir. Tahsili Düyun-u Umumiye'ye
bırakılan gelirden biride Ergani Bakır Madeni
gelirleridir. (Bu gün buna örnek TPAO'nun Tengiz
Petrolleri üzerindeki %15'lik payına karşılık
yatırması gereken meblağın ödenmemesine IMF
tarafından izin verilmeyişidir.)
Söz konusu gerekçenin arkasında ki asıl sebep
ise 1900 yılında Türkiye'ye gelen Amerikalı
Albay Colby M. CHESTER adıyla anılan, Doğu ve
Güneydoğu da yapılacak demiryolu ağının
finansmanı için kaynak bulmaya yönelik plandır.
Plana göre, demiryolu inşaatı karşılığında
hattın her iki yanından yirmişer km kadar uzanan
bir alan içindeki madenlerin işletim hakkını 99
yıllığına ABD'ye verilecektir.
Projenin Sivas'tan Güney Doğuya doğru uzanan ana
hat üzerindeki Harput Ergani, Diyarbakır
noktaları Türkiye'nin ve Dünyanın en önemli krom
ve Türkiyenin en önemli bakır ve petrol
yataklarıdır. Bu yataklar Chester Projesinin 40
km'lik imtiyaz şeridi içinde kalmakta, yine bu
imtiyaz şeridi içinde bulunan maden ilçesinde
200 milyon ton yüksek tenörlü bakır madeni ile
Van Gölü civarından çıkarılacak yüksek tenörlü
bakır madeni ile Van Gölü civarından çıkarılacak
milyarlarla varil petrol bu projenin
finansmanında kullanılacaktır. 100 Milyon $
maliyete karşın 100 milyar $ kar hedeflenmiştir.
07.04.2003 tarihli (AMDL'nin Haritası) (M.Cınkı
Kanlı Bir Öykü)
17 Temmuz 1923 tarihli New York Times
gazetesinde; "Lozan da Amerika bir zafer
kazandı. Israrla üzerinde durduğumuz açık
kapı-herkese eşit imkan ilkesi kabul edildi.
İtilaf devletleri Türkiye Petrol Şirketi ile
ilgili imtiyazların antlaşma dışı kalmasını ve
gelecekteki Türk İmtiyazları için kendilerine
öncelik verilmemesini kabul etti. Bu imtiyazlara
karşı Türkler ve Amerikalılar aynı saflarda
çetin bir mücadele verdi" şeklinde bir haber
çıkmıştır. ABD Lozan görüşmelerinde Türkiye'nin
yanında yer alır. Türkiye 24 Temmuz 1923
tarihinde, Lozan'ı imzalar. ABD'ye giden Refet
Bey'in imzaladığı anlaşma TBMM'de vekillere
yapılan ayak oyunlarıyla onaylanır. Ancak
ATATÜRK anlaşmayı iptal eder. Bunun sonucu
olarak da ABD-Lozan Antlaşmasını bugüne kadar
tanımamıştır. (Ali Kuzu-Papor)
Atatürk'ün ikinci Sevr Anlaşması gerekçesi ile
Chester imtiyazını iptal etmesinin nedeni; 18
Şubat 1923 tarihinde İzmir de toplanan Türkiye
İktisat Kongresinde uzun tartışmalar sonucunda;
MİSAK-I İKTİSADİ'nin kabul edilmesidir. Yani
planlı kalkınmanın temeli atılmıştır. Ancak
planlı kalkınma sosyalist sistemle değil liberal
ekonomik uygulamalarla olacaktır. Dönemin zor
koşullarında alınan bu karara karşılık II. Dünya
Savaşı öncesi dünyada krom-çelik ihtiyacı had
safhaya ulaşmıştır. Türkiye 1939 yılında Dünya
kromit üretiminin %16.4'ünü teşkil eden yaklaşık
190.000.-tonunu tek başına üretmiştir. Bu da
Cumhuriyet döneminde kurulan MTA ve ETİBANK
tarafından gerçekleştirilmiştir.
Buna benzer durum bugün BOR için de söz
konusudur. Dünya ham Bor tüketiminin %95'ini
TÜRKİYE karşılamaktadır. Sektörde öncü şirket
olan U.S. Borax, kesinlikle ham bor ihracatı
yapmamaktadır. Avrupa bor endüstrisi, Uzakdoğu
ve Asya tamamen Türk borlarına bağımlıdır. Türk
Borunun ABD'ye rakip olması halinde 1 Trilyon
Doların üzerindeki ileri endüstri pazarının
çoğunluğunu Türkiye ele geçirecektir.
Osmanlı döneminde "Fethiye/Üçköprü bölgesinde
bulunan kromit yataklarının ilk işletme ruhsatı
1887 yılında Ali Rıza Paşa'ya verilmiştir. Ali
Rıza Paşa'nın öldüğü 1926 yılına kadar işletilen
kromit madenleri, bu tarihten sonra verilen
imtiyazın iptal edilmesiyle bir müddet sahipsiz
kalmış, ancak bu süre içerisinde Gürşana adında
bir şirket tarafından bölgedeki kromit yatakları
gayri yasal olarak sahiplenilmiştir. Ali Rıza
Paşa, Gürşana adlı şirketin ardından
Fethiye-Üçköprü kromit sahalarının işletme
ruhsatı Fransız uyruklu Fethiye Şirket-i
Madeniyesi ünvanlı şirkete verilmiştir. Fransız
sermayeli "Fethiye Şirket-i Madeniyesi adlı
şirket Üçköprü kromitlerinin maden kirasını
ödemediği gibi şirket sahayı 35 yıl işlettikten
sonra, hiçbir zaman bilançosunda kar
göstermediği için vergi de vermemiş üstelik krom
sahalarını tahrip etmiştir. Bu konuda İstanbul
Asliye 4. Tic. Mahkemesinin 61/523 sayılı dava
dosyasında hiç kazanç elde edemediğini iddia
etmiştir. (M.CINKI-Kanlı Bir Öykü)
Borda durum; Demokrat Parti döneminde bor
sahalarında faaliyet gösteren BORAX CONSOLİDADET
LTD (BCL)'ye Cumhuriyet dönemi öncesi bir
teslimiyetle alt yapı oluşturulmuştur. BCL,
çıkartılan yasalardan daha fazla yararlanmak
için 25 kasım 1955 tarihinde isim değiştirmiş,
adının başına TÜRK kelimesi koyarak sermayesinin
%80'i merkezi İngiltere'de bulunan BCL şirketine
%20'si Türk ortaklara ve İngiliz ortaklara ait
olmak üzere TÜRK BORAKS MADENCİLİK A.Ş. adını
almıştır. Sultançayırı bor maden imtiyazını da
06.01.1956 tarihinde yeni oluşturulan şekli
üzerine tescil ettirmiştir. Şirket, bor
rezervlerinin miktarını düşük göstermiştir.
Şirket Kırka'nın Sarıcakaya bölgesinde yaptığı
sondajlar sonucu tespit ettiği rezervi 10 milyon
ton olarak beyan ederek 45 yıllık imtiyaz talep
etmiş, ancak şüpheler üzerine aynı bölgede MTA
tarafından yapılan araştırmalarda rezervin 400
milyon ton olduğu ortaya çıkarılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Dünya
ekonomisinin durgunluğu bahane edilerek ülke
zorlanmaya başlamıştır. 1946 yılında Türkiye'ye
yapılacak ekonomik yardım öncesi, ABD kongresine
bir rapor sunmak üzere 20. Yüzyıl vakfı
tarafından görevlendirilen THORNBURG adlı
iktisatçı Türkiye'nin Bugünkü Ekonomik Durumunun
Tenkidi adlı bir rapor hazırlar. Rapora göre;
- Türkiye'nin ağır sanayi kurması gerekli
değildir.
- 1937 yılında kurulan Karabük Demir Çelik
kapatılmalıdır.
- Uçak, makine, motor projeleri iptal edilmeli
ve bu yatırımlara yönelinmemelidir.
- Demiryolu yerine Karayolu yapılmalıdır.
- Sanayi bırakılmalı tarımla kalkınılmalıdır.
- Aksine proje geliştiren yöneticilere ABD dostu
gözüyle bakılamaz.
Uygulamaların nasıl hayata geçirildiği
ortadadır. Ancak bundan önce, daha önce ATATÜRK
döneminde de benzer nitelikte 1800 sayfalık DORR
RAPORU hazırlanır. Çöpe atılan rapor, büyük
önderin ölümünden sonra KUTSAL KİTAP tanımlaması
ile anılır.
"Bunların olabileceğini gören ATATÜRK,
17.03.1923 tarihinde Mersin'de yaptığı
konuşmada: Bizi amacımıza varmaktan alıkoyan iki
kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar
bizi bir sömürge haline koymak için ilerlememizi
istemeyenlerdir. Fakat bizim için bunlardan daha
zararlı, daha öldürücü bir sınıf vardır o da
içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir"
demiştir.
II. Dünya Savaşı mağlupları olan Almanya ve
Japonya'nın mağlubiyet nedeniyle kabul ettiği,
devlet girişimlerinin özel kesime devredileceği
ve her alanın yabancı sermayeye açılacağı
şartları Türkiye tarafından gönüllü olarak kabul
edilmiştir. Bunun sonucu meşhur MARSHALL PLANI
devreye girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ile ABD
arasındaki Ekonomik İşbirilği Antlaşması 04
Temmuz 1948'de 5253 sayılı yasa ile
onaylanmıştır. Anlaşmanın 2. Maddesinde; Türkiye
Tasarrufunda Bulunan Bilumum Kaynakların
Müşahedesi ve Tetkikine İmkan Tanıyacaktır
ibaresi mevcuttur.
Marshall Planına mesnet olan Dorr, Thornburg ve
Barker raporlarının temel niteiliği Ulusal maden
varlıklarımıza rezerv koyan muhteviyatta
raporlar olmasıdır. Marshal Yardımı ile Ulusal
güce atılan cengel, çökertme operasyonu genç
Cumhuriyet için artık uygulamaya geçmiştir.
(M.CINKI-Kanlı Bir Öykü)
Bunu daha iyi anlayabilmek için ULUSAL GÜCÜ
tanımlamak gerekir. Buna en uygun tanım da
BARNET'in tanımıdır. "Bir ulus devletin gücü
asla tek başına silahlı kuvvetlerinden değil,
aynı zamanda ekonomik ve teknolojik
kaynaklarından dış politikasını yürütürken
gösterdiği ustalıktan, uzak görüş ve
kararlılıktan, toplumsal ve politik
örgütlenmesinin iyiliğinden gelir demektedir.
FANSLWORTH ise "..Nüfus, coğrafya, doğal
kaynaklar, ekonomik güç ve askeri güç'ten oluşan
somut unsurlar ile Ulusal moral, ulusal liderlik
ve siyasal sistemden oluşan soyut unsurları
içeren yapının güçlü devleti oluşturacağını"
ifade etmiştir.
Tüm bunların ışığında geneli incelendiğinde;
konuya ışık tutacak bir araştırmasında, Dünya
Bankası Başekonomist ve Başkan Yardımcısı olarak
çalışan ve aynı zamanda bir akademisyen olan
Joseph E. Stiglitz (Küreselleşme Büyük Hayal
Kırıklığı) adlı kitabında "Kaynaklar açısından
zengin bir çok ülkede insanlar, enerjiyi servet
yaratmak için kullanacaklarına doğal
kaynaklardan kendilerine gelir (Rant) sağlamak
için uğraşıyor" demektedir. Gerçekten ülkemizde
doğal kaynakları toprak altından çıkaranlar
bunlardan elde ettikleri gelirleri doğal
kaynakların endüstriyel dönüşümünü sağlayan
tesislere değil, kişisel yaşamlarını refah
seviyesini yükselterek devam ettirme uğruna
harcamaktadırlar. Ülkemiz madenciliği uygulama
ve sonuçlar dikkate alındığında, ulusal güç
potansiyelimizin, kendisine madenci diyen ancak
kamusal mülkiyeti özel rant kaynağına çeviren,
madenciliği definecilikle eş anlamlı kılan
organizasyonların talanıyla yok edildiği gerçeği
ile karşılaşırız. (M.CINKI-Ulusların Gücü
Yurdumuzun Tükenişi ya da Tüketilişi)
B- Yeni Dünya Düzeni-Küreselleşme Yönünden
Ulusal Güç Yaklaşımına karşı Yeni Dünya
Düzeni-KÜRESELLEŞMEYE ilişkin Sonuç;
Yeni dünya düzeninin üçlü saç ayağı olan
1-küreselleşme, 2-özelleştirme, 3-yerelleştirme
politikaları, 1980 yılını takiben liberal
uygulamaları benimsemiş ve gelişmiş dünyanın
dışında kalmış ülkeler tarafından özellikle
Batıya entegre olmak adına Türkiyedeki
hükümetler tarafından titizlikle uygulana
gelmiştir. Şirketi ve çok uluslu sermayeyi ön
plana çıkaran yeni dünya düzeninin merkez
ülkeleri şirketlerinin ihtiyaç duyduğu yer altı
kaynakları açısından dünyanın en kısır
ülkeleridir. (M.CINKI-Ulusların Gücü Yurdumuzun
Tüketilişi)
Küreselleşme; Williamson'un Latin Amerika için
özetlediği şekilde dünyanın her yerinde, tüm
ülkelerinde bütçe kısıtlamaları, kamu
harcamalarının kısıtlanması vergi oranlarının
düşürülmesi, finansal liberalleştirme, döviz
kurlarının serbest bırakılması ticaretin
serbestleştirilmesi, kamu işletmelerinin
özelleştirilmesi, yasaların bir
örnekleştirilmesi, ulusal devletlerin
yetkilerinin bir çoğunun uluslar arası kurumlara
devredilmesi, vb. dönüşümlerin savunulması,
zorlanması ve yaygınlaştırılması ile gelişti.
Özellikle az gelişmiş ülkelerde, 1970 lerde
ortaya çıkan borç sarmalı, tasarruf oranının
düşüklüğü ve dış yardım ve yatırıma duyulan
yaşamsal gereksinim, bu ülkelerin küresel
kapitalizmin istemleri doğrultusunda yeniden
yapılandırılması için büyük kolaylık sağladı.
Borç bunalımının aşılmasında IMF, dış
yatırımların bu ülkelere kaydırılmasında dünya
Bankası, bölgesel yatırım bankaları ve diğer
uluslararası kurumlar bu ülkeleri avuçlarına
alıp istediklerini yaptırdı.
IMF ve Dünya Bankası dayattığı yasal ve idari
değişiklerle bunun alt yapısını hazırladığı
gibi, alt kuruluşları ile bu girişimlere ortak
olarak finans sağlamıştır. Ancak bu katılımları
herhangi bir devlet kuruluşuna değil özel
şirketlere verilmekte, sözde teknik olarak güçlü
ve yerel ekonomiyi destekleyecek projelere
yöneltilmektedir.
Michael Hart, (Küresel Sistemin Kuralları
eserinde;) ".. hükümetler dünya üzerinde
ekonomik çıkarlarını nasıl koruyacaklardır? Daha
küçük ülkeler için iki seçenek vardır; ya
işbirliği ya da baskı; aynı hedefe yönelik
yürüme ya da daha büyük güçlerin tiranlığını
kabul etme.." diyerek küreselleşme boyunu net
şekilde açıklamıştır.
Madencilik sektörüne yansıyan günümüzdeki
bunalımı aşmak ve uzun vadeli yatırımları
sağlama almak amacıyla; çok uluslu şirketler,
girdikleri ülkelerde madenciliğe konu olan
ülkelerin dışsatım gelirlerinin artacağını, bu
yolla sağlanacak gelirlerle kalkınmanın
hızlanacağı ve yoksulluğun yenileceği
propagandasıyla, küresel yaptırımları zorlayarak
doğal kaynakların talan politikalarını
uygulamaya başlamışlardır. Uygulana gelen
politikalar sonucu bazı ülke topraklarının
2/3'sine kadar varan milyonlarca hektar alan,
ulus ötesi şirketlerin kontrolü maden arama
ruhsatı altında verilmiş, sağlanan olanaklarla,
bu şirketler çoğu durumda hazır bulundukları
maden yataklarını yeni teknolojilerle hızla
tüketirken, elde ettikleri ürünü hiçbir
kısıtlamaya uğramaksızın o ülkelerin dışına
çıkarmışlardır.
Maden kaynakları işletirken yatağın en kârlı
bölümü, deyim yerindeyse kaymak tabakası
seçilerek farklı zenginlikteki tenörlere sahip
cevher zonlarından en zengin kesimler, en kısa
sürede en düşük maliyetle çıkarılıp işletmeler
kapatılarak çok büyük miktardaki daha düşük
tenörlü cevher ise bir daha kolay kolay
işletilemeyecek şekilde terk edilmiştir.
Son on yılda arama yapılan az gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerde; başta Güney Amerika,
Afrika, eski Sosyalist ülkeler ve Güneydoğu Asya
ülkelerinde yoğun bir arama ve işletme
kampanyasına girilmiş, sonucunda, atıklar
arıtılmadan, çukurlar yığınlar eski durumuna
getirilmeden olduğu gibi terk edilerek, geriye
bazı sahalarda yüzlerce yıl ortadan kalkmayacak
kirlilik ve çirkinlik bırakılmıştır. Ekolojik
denge bozulmuş, sular kullanılamaz hale gelmiş,
ormanlar yok edilmiştir. Tarihi doku ortadan
kalkmıştır. (Tahir ÖNGÖR-Küreselleşme ve Maden
Yasaları)
Özelleştirme Yönünden: Ülkemizde, ilk olarak
1858 yılında çıkarılan Arazi Kanunu ile
madencilik yasal bir çerçeveye kavuşturulmuştur.
1906 yılına kadar değişik nizamnameler ile
madencilik yönlendirilmeye çalışılmıştır. 1906
yılında yürürlüğe konulan Maden Nizamnamesi,
1954 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.
1954 yılında Yeni Maden kanunu hazırlama
komisyonu kurulmuştur. AId'in (Amerika Yardım
Komisyonu) tavsiyeleriyle, Mr. ELY yurdumuza
gelir ve yabancı tekellerin önerilerini büyük
ölçüde dikkate alan yeni tasarı için çalışmalar
yapar. Akabinde, yabancı maden tekellerinin
çıkarları doğrultusunda 1954 yılında kabul
edilen 6309 sayılı Maden Kanunu, 1985 yılında
3213 sayılı Maden Kanunu ile yürürlükten
kaldırılmıştır.
Ülkemizin maden hukukunda neo liberalizmin
istekleri doğrultusunda ki asıl köklü
değişiklikler seksenli yıllarda
gerçekleştirilmiştir. 1980 yılının 24 Ocak
ekonomik kararlarının uygulamaya konulmasında
yaşanan zorlukların 12 Eylül 1980 askeri darbesi
ile aşılmasının ardından ülkemizde ulusal
politikaların yerine açık açık çok uluslu
şirketlerin politikaları uygulanmaya başlandı.
Bunun sonucu ülke ağır bir borç sarmalına girdi.
1983 sonrasından çıkarılan yasalarla yabancı
sermayenin ülkemize girişi ve kolayca dolaşımı
amaçlanmıştır. Yabancı sermayeye açılan en
önemli alanlardan biri madencilik olmuştur. 3213
sayılı yasadan sonra 3996 sayılı yasayla da
devletin hüküm ve tasarrufu altındaki madenlerin
işletilmesi yabancıların imtiyazına açılmıştır.
Şirket çıkarlarını ve çok uluslu sermayeyi ön
plana çıkaran Yeni Dünya Düzeninin merkez
ülkeleri şirketlerin ihtiyaç duyduğu yer altı
kaynakları açısından dünyanın en kısır
ülkeleridir.
Sanayileşmiş ülkeler yer altı kaynaklarının
yetersizliği ve önemli bir kısmında da dışa
bağımlı olmasına karşın dünya maden üretiminin
%60'lara varan kısmını tüketmektedir. Ortalama
80 yıl yaşayan bir ABD vatandaşı, yaşamı boyunca
1633 ton yer altı kaynağı tüketmektedir. Dünya
bu hızla yer altı kaynaklarını hızla
tüketmektedir.
İhracatını ağırlıklı olarak petrol ve ham maden
ürünlerine dayandıran ülkelerin ortak özelliği
geri kalmış olmalarıdır. Örneğin, Yemen, Nijer,
Zambiya gibi ülkeler kişi başına düşen milli
gelir bakımından dünyanın en yoksul 10 ülkesi
içerisinde yer almaktadır. İhracat gelirlerinin
%60.8'ini elmas madeni oluşturan dünyanın en
büyük elmas ülkesi ihracatçı ülkesi Siera Leone
414 $ dolarlık GSMH ile dünyanın en yoksul
ülkesidir.
Ülkemizdeki özelleştirme furyası, 1986 yılında
hükümetin isteği üzerine, Rio Tinto'nun kurumsal
yatırımcılarından MORGAN BANK tarafından
hazırlanan özelleştirme Ana Planında ETİBANK da
özelleştirilecek kuruluşlar arasında sayılmakta
ve ilk özelleştirilecek madenler olarak BOR VE
KROM MADENLERİ belirtilmektedir. Alüminyumun
kiralanması bakırların rehabilite edilerek
satılacak duruma getirilmesi önerilmektedir.
Bunun sonucunda; MTA'nın en önemli işlevi
kısıtlanmış ve Enstitü yalnızca ruhsat
alabildiği yerlerde çalışabilen bir kurum haline
getirilmiştir. Etibank'ın öncelikle, bankacılık
sektörü ayrıldı ve sonra da satıldı. Etibank'ın
sigortacılık işlevi kapatılarak işlevsiz
kılındı. Banka içi boşaltıldıktan sonra, devlete
kaldı. Bugün büyük holdinglerin hepsinin birer
banka ve özel finans kuruluşu varken Türkiye'nin
en büyük işletmesi olan ETİBANK'ın bankacılık
faaliyetinin tasfiye edilmesi ile finans kapısı
da kapatılmış oldu. Ülke, özelleştirilen ancak
işletilemeyen tesisler sonucu, dışsatıma yönelik
maden işletmeciliği ağırlık kazandıkça
madencilik çalışmalarının ülke ekonomisine
kazandıracağı katma değeri hızla düştü.
1980 sonrası yapılan düzenlemelerle, yabancı
sermaye akışı yeterince sağlanamadı. Örnek;
ülkemizde 85 yabancı şirket 1980'den bu yana
yalnızca 275 milyon dolar madencilik yatırımı
yapmış bulunuyor. Bu da dış yatırımın yalnızca
%0.9'unu oluşturuyor. Gelen sermayenin hiçbirisi
de metal işleme endüstrisi kurma düşüncesine
sahip değil. Arama çalışmalarında MTA verileri
emsal teşkil ediyor.
Yerelleştirme Yönünden; Hükümetin uyum yasaları
adı altında çıkarmaya çalıştığı Mahalli İdareler
Yasası, Kamu Personel Rejimi yasası, Halkların
kendi kaderini tayin etme hakkı ve kültürel
haklar sözleşmelerinin kabulüne ilişkin olarak
çıkaralan yasalar dikkatlice incelenip Maden
Yasası, Nitelikli Sanayi Bölgeleri Kurulması
Hakkında Kabul edilen yasa, yabancı sermayeyi
teşvik kanunu birlikte değerlendirildiğinde;
Devletin üniter yapısının bozulduğunu, merkezi
otoritenin zayıfladığını, özel güvenlik
birimleri oluşturularak ulusal ordunun
zayıflatılıp parçalanacağını, etkin özellikler
ve mezhep farklılıkları ön plana getirilerek
Türkiye de kendi içine kapalı bölgeler
yaratılacağı, uzun vadede Türkiye Cumuhriyeti
Devletinin yıkılmasına meydan verileceği, halkın
elinde ki tüm sermayesi olan hammaddesinin yok
edileceği gerçeklerinin göz ardı edilmemesi
gerekmektedir.
Tüm bunlara örnek; Elazığ Guleman (Alacakaya)
yöresinde bu toprakların yer altı zenginlikleri
Kürdistan'a ait olduğu propagandası yapıldığı,
21 Mart 1990 tarihinde ki elim olayda; Şark
Kromları Ferrokrom Müessese Müdürlüğü
personelinden dokuz kişinin öldürülmesi de acaba
bir tesadüf müdür? (Apo davası duruşma dosyası)
Türkiye Cumhuriyeti'nin halen KADASTRO
çalışmalarının tamamlanamaması yeni tapuların
verilmesi için midir?
1996 yılında 53. hükümet döneminde AMDL şirketi
ile yapılan imtiyaz sözleşmesinin New York
Borsasında Halka arzı için yapılan tanıtım
broşüründe Türkiye'den Türkiye Fedaral Devleti
diye bahsedilmesi, geçmiş yıllarda İstanbul'da
düzenlenen HABİTAT II projesinin açılış
konuşmasında tüm devlet erkanın da bulunduğu
ATATÜRK Kültür Merkezinde B.M. Genel
Sekreterinin konuşmasında Türkiye Feoderal
Cumhuriyeti demesi bir tesadüf müdür.
Almanya'nın eski Başbakanlarından Sosyal
Demokrat Helmut Schmidt, Berliner Tagesspiegel
adlı gazeteye verdiği demeçte, Türkiye'nin
parçalanmasını hedefleyen 10 Ağustos 1920
tarihli Sevr Antlaşmasını kastederek, bu dönemde
Kürtlere bir devlet hakkı verilmemesinin büyük
hata olduğu ifade etmesi oldukça anlamlı olmakla
acaba tesadüfümüdür?
C, Tüm bunların ışığında 3213 sayılı yasanın
maddesel olarak değerlendirilmesi;
Kanun tasarısı ile;
Madencilik sektörünün önündeki yasal engellerin
kaldırılarak, sektörün önünü açmak ve böylece
madenciliği teşvik etmek,
Ruhsat iptalleri yerine maddi cezalar
öngörülürek ruhsat ve yatırım güvencesini
arttırmak
Madencilik faaliyetlerinin tabi olduğu izinlerin
alınmasında ki bürokratik işlemleri azaltmak
Madencilik faaliyetlerine getirilen teşvikler
ile sektöre ivme kazandırmak,
Devlet hakkı ödemelerinde yeni bir düzenleme
getirilerek devletin gelirlerini arttırmak,
Mahalli idarelerin maddi yönden
güçlendirilmelerini sağlamak için madencilik
faaliyetlerinin yapıldığı vilayetlerin özel
idare müdürlüklerine, Devlet hakkı payını
aktarmak.
Tuğla-kiremit, çimento, kireç sanayilerinin
hammaddelerini kanun kapsamına alarak sektörde
güvence sağlamak amaçlanmıştır.
Anayasanın 168. Maddesinde; Tabii servetler ve
kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu
altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi
hakkı devlete aittir. Devlet bu hakkını belli
bir süre için gerçek ve tüzel kişilere
devredebilir" hükmü mevcuttur. Son zamanlarda
bilhassa uluslarası firmaların ihtiyaçları
dikkate alınarak yeni bir egemenlik tanımı
yapılmak istenmektedir. Doğal olarak yeni
egemenlik alanlarının açılması için mevcut
egemenlik tanımının değiştirilmesi, başka bir
ifade ile mevcut egemenliğin daraltılması
gerekmektedir.
Liberalizmin fikir babası Hayek; bireyin toplum,
sınıf ve ulusa karşı önceliği vurgulanırken,
şirketlere bilhassa uluslararası şirketlere
karşı konumuna hiç değinilmemektedir.
Liberalizme göre piyasalarda ortak amaç ya da
iyi yoktur. Devletin görevi piyasayı müdahale
ederek düzenlemek değil, bireylerin piyasa
ekonomisinin düzgün işleyişine zararlı
eylemlerini önlemektir. Yine Hayek para
piyasalarının hükümetlerin kontrolünden
çıkarılması gerektiğini savunmaktadır. Gerekçesi
ise hükümetlerin popülist politikalar
uygulamalaya yatkın olmaları. Ayrıca, merkez
bankalarının bağımsızlığı, para basma yetkisinin
hükümetlerden alınması ve kambiyo rejiminin
oluşturulmasını önermektedir. (Bizde Merkez
Bankasının özerkliği örnek)
Değişiklik yasa tasarısının 3. maddesine,
liberal mantıkla, birey topluma aileye, sınıfa
ve ulusa önceleniyorsa, ticari faaliyetler de
ormana, çevreye tarihe ve insanın en önemli
gıdası olan suya karşı öncelenmektedir. Bunun
uluslararası şirketler eliyle yürütüldüğü zaman
oluşturacağı tehdidi görmemek mümkün değil.
Yasanın değişikliği içeren maddelerinde kamu
yararı güdüldüğü ifade edilmekte, ancak
madencinin yararı devletin ulusun yararının
önüne geçmektedir.
Tasarıda maden aramalarında AR-GE teşvik
edilmekte, işletmecilik ve madenlerin uç ürüne
dönüştürülmesinde AR-GE faaliyetleri teşvik dışı
bırakılmaktadır. Rakibine mali destek veren
tacir gibiyiz.
Yirmi yıldır özel olarak uygulanan
politikalarla, egemenlik milletin elinden
alınarak uluslararası kuruluşlara ve şirketlere
devredilmektedir. Devletin kurucu iradesine,
İzmir İktisat Kongresinde bağlanan Kuvayi
İktisadi ve Anayasanın Ruhuna uygun olan Kamu
Mülkiyeti Sistemi korunmalıdır. Madenlerin Kamu
Mülkiyetinde olmadığı ABD'de bile BLM (Arazi
Kullanma Bürosu) tarafından yapılan
değerlendirmeye göre 700 milyon dönümlük alanda
madencilik yapılırken bunun 165 milyon dönümlük
bölümü ulusal parklar, yaban yaşamı koruma
alanları nedenleriyle madenciliğe kapatılmış,
182 milyon dönümlük kesimde de aynı büro
tarafından bu alanlarda madencilik
yapılamayacağı kararlaştırılmıştır.
Mevcut tasarının ana fikri Ruhsat Ticaretine
zemin hazırlanması, Aşırı ve Plansız Üretime yol
açılarak düşük olan fiyatların daha da
düşmesinin sağlanması, getirilecek yanlış teşvik
sistemi ile neredeyse, üzerine para alacak
şekilde Kontrolsüz faaliyet göstermenin ve
yanlış beyanlara uygulanan cezaların caydırıcı
olmaktan çıkarılması suretiyle yolsuzlukların
alt yapısının hazırlanması olarak karşımıza
çıkmaktadır. Kar yerine satış tutarı üzerinden
devlet hakkı alınması olumlu bulunacak hükümler
varsa da teşvik sistemi ile bunlardan da
geçilmektedir. Ülkenin herhangi bir kazancı
olmayacaksa niçin madencilik yapılacaktır?
Tüm bunların ışığında yasayı madde madde
değerlendirmek yerine, 57. Hükümet döneminde,
AKP grubu adına Mehmet Altan KARAPAŞOĞLU (Bursa
Milletvekili), Doç.Dr. Sait ÇABA (Afyon
Milletvekili), Zeki ERGEZEN (Bitlis
Milletvekili), Dengir Mir Mehmet FIRAT (Adıyaman
Milletvekili) sıfatıyla sunmuş oldukları
muhalefet şerhinde;
Kanunu, Kıyı Kanunu, Milli Ağaçlandırma ve
Erozyon Kontrolü Kanunu, Mera Kanunu,
Zeytinciliğin Korunması Hakkında Kanun, İstanbul
Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun, Belediye
Gelirleri Kanunu,
Diğer taraftan muafiyet ve istisnaların Vergi
Kanununlarında yer alması gerekirken, özel
kanunlarla vergi istisna ve muafiyeti
getirilmektedir. Bu mantık Vergi kanununlarının
bütünlüğünü bozmakta, uygulamalarda
belirsizlikleri ve zorlukları gündeme
getirmektedir. 5422 sayılı Kurumlar Vergisi
kanuna 4008 sayılı Kanunla eklenen mükerrer 45.
madde ile kurumlar vergisine ilişkin indirim,
istisna ve muafiyetlerin ancak kurumlar vergisi
kanununa gelir vergisi kanununa ve vergi usul
kanununa hüküm eklemek ve bu kanunlarda
değişiklik yapılmak sureti ile düzenleneceği
hükmü bulunmaktadır.
3946 ve 4396 sayılı kanunlarla istisnaların
birçoğunun kaldırılmış bulunduğu hususu dikkate
alındığında yeni muafiyet ve istisnaların
getirilmesinin uygun olmayacağı.
Maliye sistemimizin çeşitli vesilelerle
uyguladığı indirim ve terkinlerin Vergi
kanunlarımız içinde görülebilmesini temin edecek
düzenlemelerin de yapılabilmesi ve şeffaf bir
bilgi alınabilmesi olanaksız hale gelecektir.
Yabancı Sermaye Derneği tarafından hazırlanarak
TBMM'ne kadar ulaştırılan Endüstri Bölgeleri
Kanun Tasarısının mantığı ve tutumu ile
düzenlenen bu kanun sivil toplum örgütlerinin
tepkisini çekmektedir.
- Maddeler yönünden;
- Tasarının 3. maddesi "Maden Kanununun 7.
maddesinde yapılmak istenen değişiklik İlgili
Yasalar Gereği İzin Alınması Kuralı
Kaldırılarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığının hazırlayacağı bir Yönetmelik
Doğrultusunda madencilik faaliyetleri
düzenlenir" kuralı haline dönüştürülmektedir.
Hukuk kuralının göz ardı edildiği bu
düzenlemenin ardından verilmiş ruhsatlara dayalı
olarak devletin gözetim ve denetimi altında
yürütülen madencilik faaliyeti yürütülmekte olan
faaliyetin niteliğinin gerektirdiği bilimsel ve
teknik çözümlere riayet edilmesi koşuluyla
engellenemez hükmü konularak İ.Y.U.K'da ki
yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarının
uygulanması ile, maden kanunu arasında bir
kanunlar ihtilafı yaratılmaktadır. Bu durum da
açıkca anayasa ya aykırıdır. "Yargıyı
etkisizleştirmek ve yargı kararının
uygulanmasını engellemek anlamına gelen bu
düzenleme anayasamızın 138 ve dolaylı olarak da
değiştirilmeyecek ve değiştirilmesi teklif dahi
edilmeyecek Cumhuriyetin Nitelikleri'ni
düzenleyen 2. maddesine aykırıdır.
- Bu tasarı Anayasamıza 5,11,17,43 sayılı
kıyılardan yararlanma 44 sayılı toprağın
korunması, 45 sayılı Tarım Alanları ve Meraların
korunması, 56 sayılı Sağlık ve Çevre Hakkı, 63
sayılı tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının
Korunması, 138 sayılı İdare, Yasama ve
Yürütmenin Mahkeme kararlarına Uyma ve Yerine
Getirme Zorunluluğu, 169 sayılı Ormanların
Korunması Genişletilmesi, Çevre ile ilgili bir
çok uluslararası imzalanmış sözleşmelere de
aykırıdır.
- AKP olarak yurdumuzun sınırları içindeki
topraklarımızın üstünde ki varlıklarımız ile
topraklarımızın altındaki varlıklarımız olan
madenlerimizin, toplumun yararı istikametinde
geliştirilmesinden yana olduğumuzu ancak; Hukuk
Devleti İlkesinden de ödün vermemek tutum ve
düşüncesi ile bu yasa tasarısına karşı olduğunu
parti görüşü olarak sunmuşlardır.
Ancak, yasa tasarısı 57. hükümet döneminde ki
halinden daha da ağırlaştırılmış şekliyle TBMM
gündemine getirilmek istenmektedir. Şöyle ki;
(TBMM'ye sevk gerekçeleri sıralamasına göre
yanıtlamak gerekirse)
Madenciliğin önünde ki engelleri kaldırmak;
tamamen hukuksuzluk hakim,
Ruhsat güvencesi, yasa tasarısının getirmeye
çalıştığı maden haklarının kaldırılamayacağı ve
sürdürülemez duruma geldiği ortaya çıktığında
bile 6 ay ek süre verilmesi uygulamalarının
benzerlerinin başka ülkelerin ulusal maden
hukuklarında pek yerinin olmadığı görülüyor.
Madencilik sektörüne teşvik; adeta devlet üste
para veriyor.
Devlet payı; kardan değilde ocak çıkışına göre
brüt üretim üzerinden %2 alınması iyi gibi
görünse de, teşvikler, vergi muafiyetleri,
buluculuk hakkı düzenlemesi birlikte
değerlendirildiğinde, üste para veriyoruz.
Mahalli idarelerin güçlendirilmesi; bu gerekçe,
halkların kendi kaderini tayin kültürel hakların
korunması, mahalli idareler yasası ve kamu
personel rejim yasası ile birlikte
değerlendirilmeli. Bu durum da bölgesel self
determinasyon hakkı kullanılabiliyor.
Anılan yasal düzenlemelerle, perde arkasında
merkezi devlet bertaraf edilmekte, Türkiye
Cumhuriyeti, beyliklere ayrılmaktadır. I. Dünya
Savaşı sonrası, askeri yenilgi gelmiş, ülke
bölgesel anlamda işgal edilmişken, şimdi
yapılmak istenilen, önce şehir devletleri
kurarak yani önce Sevr fiilen hayata geçirilip
sonra askeri yenilgiyi sağlayacaktır.
İkiz ihanet yasaları ile kabul edilen Birleşmiş
Milletler sözleşmelerinin 1. maddelerinin 2.
Bentlerine göre, "Bütün haklar... kendi doğal
zenginlik ve kaynaklarından özgürce
yararlanabilirler. Bir halk, hiçbir durumda,
kendi varlığını sürdürmesi için gerekli olan
kendi olanaklarından yoksun bırakılamaz." Buna
mahalli idareler yasası ve kamu personel yasası
eklendiğinde; Madeni işletmek isteyen yabancı
firmaların almış oldukları işletme hakları
dikkatlice incelendiğinde, ham cevherin
işlenmesinden değil para kazanmak, Fırat ve
Dicle nin suyu dahi ülkenin batısına
gelmeyecektir.
- Serbest, şeffaf ve istikrarlı piyasa koşulları
içinde ulusal kaynaklarına öncelik veren, bu
kaynakların aranmasında ve istenen kaliteyle,
güvenli ve ekonomik olarak üretiminde ileri
teknolojileri kullanan ve geliştirebilen,
- Gereksinim duyduğu enerjiyi, güvenli,
güvenilir, ekonomik verimli ve çevreye duyarlı
teknolojilerle üreten, ileten depolayan ve
kullanan;
- Uluslararası enerji pazarında yarışabilecek
enerji teknolojileri geliştirebilen ve
uluslararası enerji yatırımlarında etkin bir
TÜRKİYE hedeflenmelidir. (TÜBİTAK -Enerji ve
Doğal Kaynaklar Paneli) Madenlerimiz kısıtlı
olması enerji üretiminde birincil öncelik olması
koşuluyla tüm üretim safhaları Türkiye de
gerçekleştirilecek şekilde yabancı sermayeye
açılmalıdır.
Enerji güvenirliği açısından dışa bağımlılığı
kabul edilebilir düzeylerde tutmak amacıyla
arama çıkarma ve kullanım açısından yerli
kaynaklara öncelik tanınmalıdır. (TÜBİTAK panel)
Nitekim, ülkemizde enerji yoğun sanayide özel
kesimin gelişmemesinin en önemli sebebi Elektrik
fiyatlarında ki yüksekliktir. Elektrik fiyatları
makul bir seviyeye indirildiğinde tesislerin
zarar etmesi diye bir kavram söz konusu
olmayacaktır. Yukarıda açıklanan Morgan Bank'ın
hazırladığı Özelleştirme Ana Planında Seydişehir
Alüminyum Tesisi kiralama yöntemiyle
özelleştirilecektir. Özelleştirme baskısı
Seydişehir Alüminyum tesislerinin
modernizasyonuna da engel olmuştur.
Sovyet teknolojisi ile kurulmuş olan tesisler,
kurulduğu günden bu yana geçen 30 yıl sonunda,
tesisin modernizasyonu gerçekleşmediği halde,
halen tam kapasite ile çalışmaktadır. Bu büyük
başarı, devlet memurları eliyle ve Kamu İktisadi
Teşebbüsü mevzuatıyla gerçekleştirilmiştir.
Sektör de global bir kartel söz konusudur. (Rio
Tinto/Coalco'nun %30 hissesinin bulunduğu
Queensland Alümina firmasına aynı zamanda Kaiser
%28, Alcan %22 ve Peciney %20 hisselerle
ortaktırlar) Dünyanın her yerinde orta hareket
eden bu firmalar, üretim yaptıkları ülkelere
hiçbir katma değer bırakmadan hammadde temin
etmenin yollarını aramakta ve rakip olarak
gördükleri devlet kuruluşlarını tasfiye etmek
için gayret göstermektedirler.
Bilindiği gibi Seydişehir Alüminyum tesisleri,
diğer birçok tesislerimiz gibi Rus teknolojisi
ile yapılmıştır. Türkiye sanayileşmesinde Rus ya
da Sovyet teknolojisini seçerken, bu tercih Rus
teknolojisinin üstünlüğünden kaynaklanmamıştır.
Batı (İngiliz, Fransız, Alman, ABD vs) paramızla
bile bize teknoloji vermemiş, tesislerin
kurulmasına karşı çıkmıştır. Şimdilerde ise
varlığı onları rahatsız etmektedir. Ergani bakır
tesisleri küçültülerek Glencore'un kontrolünde
üretimine devam etmektedir. Türkiyenin tek Çinko
Kurşun (aynı zamanda tek altın işleyebilecek)
tesisi olan ÇİNKUR Glencore tarafından dolaylı
olarak satın alınmış ve kapatılmıştır. Türkiye
çinkoyu Glencore ve yan kuruluşlarından temin
etmektedir. Almanların yapılmasına karşı çıktığı
Elazığ Ferrokrom tesisleri Marc RIHC (zamanında
kırmızı bültenle aranırken Clinton tarafından
başkanlık görevinden ayrıldığı son gün
affedilmiştir) ve firmalarının (Glencore)
pazarlamada uyguladığı ambargo nedeniyle iki
yıldır üretim yapamamakta ve kapanma tehdidi
altında bulunmaktadır. Şimdi hedefte Seydişehir
Alüminyum tesisleri vardır. Seydişehir kamu da
kalmalıdır. (Galip TÜRKMEN-Seydişehir Alüminyum
Tesisleri Önemi ve Geleceği)
Türkiyenin enerji sektöründe pay sahibi
olabileceği dünya da rakipsiz olduğu elindeki
tek hammaddesi şimdilik BOR MADENİDİR. Türk
Borlarını ele geçirme operasyonun da Eti
Holdingin ve Eti Bor A.Ş'nin halka açılmasını
sağlamak olacağı esastır. Danıştayın 26.05.1999
gün ve 199/66 E. ve 1999/93 K. sayılı kararı ile
eti Holdingin Anonim Şirket olarak
yapılandırılmasının ve Eti Bor A.Ş.'nin de özel
şahıs hissesinin bulunmasının hukuka aykırı
olduğu tespit edilmesine rağmen, halen hukuka
uygun bir yapılanmaya gidilmemesi dikkati
çekmektedir. Tek elde kalan Borun korunması için
2840 sayılı yasa korunmalıdır.
Ancak 3213 sayılı yasa da ki değişikliğe ilişkin
geçici madde de; Etibank'ın elindeki ruhsatlara
ilişkin 5 yıllık arama işlemini bitirmesi
gerekmektedir. Fiilen mümkün olmayan bu durum
sonucu, Etibank'ın elinde ki sahalar,
parçalanarak, hem rekabete açılacak hem
Etibank'ın işlevi sona erecektir.
Bu konuda "2840 sayılı yasa hükümleri saklıdır.
Bu kanunun yürürlük tarihinden önce ve sonra
bulunmuş ve bulunacak olan tüm bor tuzları 2840
sayılı yasa hükümlerine tabiidir" şeklinde
düzenleme getirilmelidir. Tasarı tam aksini
getirmektedir. Mevcut uygulama da halen tasarıda
korunduğu gibidir.
Üzerimize serpilmiş ölü toprağından bir an önce
kurtulmalıyız. Ucube bir hayalet gibi önümüze
konan AB üyeliği bizim için bir hayaldir.
Teoderl HERLZ in siyonizm hareketini başarıya
ulaştırmak için söylediği "İnsanları değiştirmek
istiyorsan, önce yaşam koşullarını
değiştirmelisin" sözü bugün bizlere uygulanan
geçer stratejinin yeni açılımıdır.
AB diyerek hazırlandığımız, her denilene evet
dediğimiz dönemde parçalanma ile karşı
karşıyayız. Parçalanmak yetmeyecek, kurulacak
şehir devletlerinin de yaşama şansları
olmayacaktır. AB nin çıkardığı 5 EURA da bulunan
harita da yer alan TÜRKİYE yarım olarak yer
almıştır. Bu durumda acaba Türkiye Federal
Cumhuriyet olmadan Türkiye Cumhuriyeti olarak
bütün halinde AB ye üye olabilirmiyiz.
"Bayrakları Bayrak Yapan Üstündeki Kandır,
Toprak Eğer Uğrunda Ölen Varsa Vatandır"
şiarından hareket eden rahmetli Dr. Necip
HAPLEMİTOĞLU'nun dediği gibi, "Türküm ve Başka
Türkiye Yok" diyerek Türkiye Cumhuriyeti
Devletine sahip çıkma zamanıdır...
Makalenin Yazılmasında
Ayhan BİLGİN 1998 tarihli Akit Gazetesinde ki
Türkiye Federal Devleti makalesinden,
CHP Madencilik ve Metalurji Komisyonunu
çalışmasından,
Tahir ÖNGÖR, Küreselleşme ve Maden Yasaları
başlıklı makalesinden,
M. Mustafa CINKI Ulusların Gücü ve Yurdumuzun
Tükenişi-Tüketilişi başlıklı makalesi,
M. Mustafa CINKI Krom-Kanlı Bir Öykü başlıklı
makalesinden,
M. Mustafa CINKI Gözümüzün Boru Başlıklı
Makalesinden,
M. Mustafa CINKI Bor Pazarında Rekabet-Boron
Fuel Başlıklı Makalesinden,
Galip TÜRKMEN Seydişehir Alüminyum Tesisleri
Önemi - Geleceği başlıklı makalesinden,
Ali KUZU Rapor başlıklı çalışmasından,
Ali SAPMAZ Maden Yasası Değişiklik Tasarısı;
Yeni Oyunlar başlıklı makalesinden,
Galip TÜRKMEN Maden Kanununun
Tasarısı-Mülkiyet-Hakimiyet başlıklı
makalesinden,
AKP'nin 57. Hükümet Döneminde Yasa Taslağına
Koyduğu Çekince'den,
TMMOB 3212 Sayılı Maden Kanunun
Değerlendirilmesi Başlıklı çalışmasından,
Ali KUZU Maden Kanunundaki Değişiklikler
başlıklı makalesinden,
TÜBİTAK Enerji ve Doğal Kaynaklar Paneli
çalışmasından yararlanılmıştır.
'Av. Dursun YASSIKAYA'
Adres: Fatih Sultan Mahallesi, Dumlupınar Bulvarı, 2700. Cadde, ARP Kule No: 3/30 (Kat: 15), 06790, Etimesgut/ANKARA
Telefon: +90 312 430 71 71
Faks: +90 312 430 60 70
E-posta: info@yassikayahukuk.com
© 2022 YASSIKAYA Hukuk Bürosu. Tüm hakları saklıdır.