SUNUŞ :
                                Bu kitapçıkta, Türkiye üzerinde oynanmak istenen 
                                oyunlardan biri daha gözler önüne serilmektedir. 
                                Yazarın madenlerimizin peşkeş çekilmesine karşı 
                                Milli duyguları harekete geçirmek ve bu "İHANET 
                                YASASINA" karşı bir duruş sergilemek için kaleme 
                                aldığı, bunu da tarihi belgelere dayandırdığı bu 
                                kitapçığı TÜRKİYE KAMU-SEN AR-GE MERKEZİ olarak 
                                yayın hayatına kazandırmayı milli bir görev 
                                bildik. Zira, TÜRKİYE KAMU-SEN yola çıkarken 
                                salt ücret Sendikacılığı yapmayacağını Ülke 
                                Sendikacılığı yapacağını ilan etmiştir. 
                                Türkiye'mizi ilgilendiren her konuda Milli 
                                duruşuna dün olduğu gibi bundan sonra da devam 
                                edecektir. Kitapçığın hazırlanmasında başta 
                                Avukat Dursun YASSIKAYA olmak üzere emeği geçen 
                                herkese teşekkürü bir borç bilir, bu kitapçığın 
                                hazırlanış amacına ulaşması dileğiyle saygılar 
                                sunarım.
                                
                                Bircan AKYILDIZ
                                Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı
                                
                                
                                GAFLET, DELALET DEĞİL "İHANET YASASI" 
                                NİTELİĞİNDE Kİ 3213 SAYILI MADEN YASASI VE BAZI 
                                KANUNLAR DA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN 
                                TASARISI HAKKIN Kİ DEĞERLENDİRMELER
                                A- Dünya Madenciliğine Gelişimi - Türkiye 
                                üzerine Oyunlar;
                                
                                1800'lü yılların ikinci çeyreğinden sonra, 
                                Osmanlı egemenliği altındaki topraklarda, 
                                Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman, Rus jeologlar 
                                sessiz sedasız tıpkı bir köstebek gibi 
                                dolaştılar. İngiltere'nin 1895 yılında Osmanlı 
                                İmparatorluğunu parçalanması için hazırladığı 
                                teklifi Almanya geri çevirmiştir. Almanya 
                                parçayı değil bütünü istiyordu. Onlarca Alman 
                                uzman, ülkeye gönderildi. Pan-Germen Birliği 
                                idealogları Almanları geleceklerinin zengin ve 
                                az kalabalık Osmanlı topraklarında yattığına 
                                inandırdılar. Geçmişte parlak uygarlıklar 
                                barındırmış olan verimli Mezopotamya 
                                topraklarının çalışkan almanların elinde büyük 
                                bir zenginlik kaynağı olacağına karar verildi. 
                                Kayzer II Wilhelm "Doğu Birini Bekliyor". derken 
                                Paul Rohrbock ise; Almanya'nın Geleceği Doğu 
                                da... Türkiye'de... Mezopotamya da, Suriye de 
                                diyordu.
                                Türkiye ye gelen köstebek jeologlar dan birisi 
                                de Profösör Lawrance Smith idi. Bursa 
                                Harmancık'ta Nallılar köyünde ilk kromit 
                                yataklarını buldu. Zamanla Türkiye'nin krom 
                                üretimi, Dünya üretiminin %60'ına ulaştı.
                                Yeni Kaledonya, hindistan, pakistan ve 
                                Rödezya'daki (Zimbabve) kromit yataklarının 
                                (sırasıyla 1874, 1903 ve 1906 yıllarıda) 
                                bulunmasıyla krom üreticileri arasında korkunç 
                                bir rekabet başlatıldı. Bu yıllardaki 
                                demir-çelik üreticileri aynı zamanda silah 
                                üretiminde uzmanlaşmış tekellerdi.
                                Türkiye'de, 1883 yılında, Bursa Harmancık kromit 
                                yataklarının bulunması ile talan başlamıştır. 
                                İlk imtiyaz Cevahirci Elize Leonikalaidi'ye 
                                verilmiştir. 1882-1922 yılları arasında 35 adet 
                                krom imtiyazı verilir. Bu imtiyazların yirmisi 
                                yabancılar ve gayrimüslüm Türk tebasınındır. 
                                Türk tebasından olanların hiç birisi de Türk 
                                değildir.
                                Aynı süreç, Anadolu Bor Cevherlerinde de 
                                yaşanmıştır. Anadolu da Bor madenine olan ilgi 
                                romalılara kadar uzanıyorsa da, ilk ciddi 
                                işletme 1865 yılında, karesi Vilayeti 
                                (Balıkesir, Kütahya, Eskişehir) sınırları 
                                içerisinde, 1861 Maden Nizamnamesi hükümlerine 
                                uygun olarak Compaqnie Industrielle Desmazueres 
                                adlı Fransız firmasına 20 yıl süreyle 
                                verilmesiyle başlar. Daha sonra Borax Company 
                                adlı İngiliz-Fransız firması işletim hakkını 
                                alır.
                                Fransız-İngilizler çıkardıkları Boraksı Alçı 
                                Taşı adı altında yıllarca çok ucuz bedel ve 
                                harçlar ödeyerek kendi ülkelerindeki 
                                tesislerinde işlemişlerdir.
                                Daha sonra Müşir Fuad Paşa'ya imtiyaz verilmiş, 
                                o da 1889 yılında iki Fransız'a (Viale ve 
                                Pradel) satmıştır.
                                Bu süreçte, Osmanlı ekonomisi içerisinde yer 
                                tutan neredeyse tamamı yabancı olan bankaların 
                                amaçları ait oldukları ülkelerin ve (yabancı) 
                                sermaye sahiplerini osmanlı üzerindeki ekonomik 
                                ve politik çıkarlarını korumak, yeni imtiyaz ve 
                                çıkarlar sağlamanın yanı sıra doğuya doğru 
                                ekonomik ve politik genişlemenin aracı olmak ve 
                                sanayilerinin hammadde ihtiyaçlarını 
                                karşılamaktı. 1899 yılına kadar Osmanlı mali 
                                sisteminin tamamına yakını İngiliz mali 
                                sermayesinin kontrolündeydi. Dahasonra Osmanlı 
                                maliyesinin borçlarını döndürebilmek amacıyla 
                                1905 yıllarında Deutsche Bank devreye girdi. 
                                (M.Mustafa CINKI-Kanlı Bir Öykü)
                                Osmanlı zora girip borçlanmaya başladığında; 
                                "Şimdi Türkler hızla borçlanmaktadırlar. Ancak 
                                yirmi beş yıl sonra Osmanlı Toplumunda 
                                borçlanmaya karşı muhalif unsurlar ortaya 
                                çıkacaktır. İşte o zaman gerek alacaklarımız ve 
                                gerekse bunların faizleri tehlikeye düşecektir. 
                                Bu nedenle osmanlı Devletinin maliyesi, 
                                ekonomisi ve servetleri üzerinde ki 
                                çıkarlarımızı koruyabilecek Türk Yöneticilere 
                                ihtiyacımız olacaktır. Bu yerli misyonerlerin 
                                bizden ve yapacağımız siyasi baskılardan çok 
                                daha yararlı olacağı kanısındayız. Bunlar, Türk 
                                halkına kendi dilleri, kendi ikna yöntemleri ile 
                                yaklaşma olanaklarına sahiptirler. Bu yerli 
                                misyonerler alacaklarımızın, bir yada birkaç 
                                yüzyıl teminat unsurlarından en önemlilerinden 
                                biri olacaktır." (Fransa Maliye Bakanlığı 
                                Müşaviri ve Osmanlı Devletinden alacağı olan 
                                devletlerin hesap komisyonu başkanı Daniel 
                                DUCOSTE-1889 Yeni Hayat Dergisi Ağustos 2002 
                                sayısı arka kapak sözleri ile adeta bu günü 
                                tarif etmiştir.
                                Tüm bu süreçte, Filistin topraklarında yeni bir 
                                yapılanmaya gitmeye çalışan ve bunda da muvaffak 
                                olan Teoderi HERLZ padişah Sultan II. 
                                Abdülhamit'e yazdığı mektupta özetle şöyle 
                                diyordu; "Bugün bizim taleplerimizi yerine 
                                getirmez iseniz, yarın yapacağınız her anlaşmada 
                                topraklarınızın bir bölümünü kaybedeceksiniz. 
                                Her anlaşma sonucunda bir parça toprağınız 
                                elinizden çıkacak ve bir süre sonra işgal edilip 
                                parçalanacaksınız" diyordu. (Doç.Dr. Yaşar 
                                KUTLUAY-Siyonizm ve Türkiye)
                                Çöken Osmanlı İmparatorluğunun kalıntıları 
                                altından, yerli mali sermaye çıkmadı. Çünkü, 
                                Osmanlının Bankacılık sistemi Avrupa'nın 
                                Seligmann, Goldshimid. Oppenheimer ve Rothschild 
                                gibi aileleri tarafından münferiden ya da 
                                ortaklaşa kurulmuştur. Ancak, imparatorluk 
                                batarken, ülkeyi önce bunlar terk etmiştir.
                                Birinci Dünya Savaşı sonucu yenik düşen Osmanlı 
                                SEVR'i imzalamak zorunda kaldı. Bu günkü, 
                                uygulama ve sonuçları itibariyle IMF ve Dünya 
                                Bankası ilişkileri ile adeta birebir benzerlik 
                                gösteren Sevr Anlaşmasına göre; Anadoluyu işgal 
                                ederek bir milletin yaşam hakkını elinden 
                                alanlar, ne talihsiz bir rastlantı ki hesapsızca 
                                borçlandırdıkları Osmanlı Devletinin Türkiye'ye 
                                yardım gibi bir kavramın arkasına sığınarak, hem 
                                malını hem canını alma hakkını elde etmişlerdir.
                                İtilaf Devletleri, devlete borç veren veya 
                                vermeyen uyruklarının zararını ziyanını 
                                karşılamak amacıyla Osmanlı Hükümetince 
                                verilecek bir imtiyazı denetlemiş, Maliye 
                                Komisyonunun vizesini alamayan imtiyazlar 
                                engellenmiştir. Tahsili Düyun-u Umumiye'ye 
                                bırakılan gelirden biride Ergani Bakır Madeni 
                                gelirleridir. (Bu gün buna örnek TPAO'nun Tengiz 
                                Petrolleri üzerindeki %15'lik payına karşılık 
                                yatırması gereken meblağın ödenmemesine IMF 
                                tarafından izin verilmeyişidir.)
                                Söz konusu gerekçenin arkasında ki asıl sebep 
                                ise 1900 yılında Türkiye'ye gelen Amerikalı 
                                Albay Colby M. CHESTER adıyla anılan, Doğu ve 
                                Güneydoğu da yapılacak demiryolu ağının 
                                finansmanı için kaynak bulmaya yönelik plandır. 
                                Plana göre, demiryolu inşaatı karşılığında 
                                hattın her iki yanından yirmişer km kadar uzanan 
                                bir alan içindeki madenlerin işletim hakkını 99 
                                yıllığına ABD'ye verilecektir.
                                
                                Projenin Sivas'tan Güney Doğuya doğru uzanan ana 
                                hat üzerindeki Harput Ergani, Diyarbakır 
                                noktaları Türkiye'nin ve Dünyanın en önemli krom 
                                ve Türkiyenin en önemli bakır ve petrol 
                                yataklarıdır. Bu yataklar Chester Projesinin 40 
                                km'lik imtiyaz şeridi içinde kalmakta, yine bu 
                                imtiyaz şeridi içinde bulunan maden ilçesinde 
                                200 milyon ton yüksek tenörlü bakır madeni ile 
                                Van Gölü civarından çıkarılacak yüksek tenörlü 
                                bakır madeni ile Van Gölü civarından çıkarılacak 
                                milyarlarla varil petrol bu projenin 
                                finansmanında kullanılacaktır. 100 Milyon $ 
                                maliyete karşın 100 milyar $ kar hedeflenmiştir. 
                                07.04.2003 tarihli (AMDL'nin Haritası) (M.Cınkı 
                                Kanlı Bir Öykü)
                                
                                17 Temmuz 1923 tarihli New York Times 
                                gazetesinde; "Lozan da Amerika bir zafer 
                                kazandı. Israrla üzerinde durduğumuz açık 
                                kapı-herkese eşit imkan ilkesi kabul edildi. 
                                İtilaf devletleri Türkiye Petrol Şirketi ile 
                                ilgili imtiyazların antlaşma dışı kalmasını ve 
                                gelecekteki Türk İmtiyazları için kendilerine 
                                öncelik verilmemesini kabul etti. Bu imtiyazlara 
                                karşı Türkler ve Amerikalılar aynı saflarda 
                                çetin bir mücadele verdi" şeklinde bir haber 
                                çıkmıştır. ABD Lozan görüşmelerinde Türkiye'nin 
                                yanında yer alır. Türkiye 24 Temmuz 1923 
                                tarihinde, Lozan'ı imzalar. ABD'ye giden Refet 
                                Bey'in imzaladığı anlaşma TBMM'de vekillere 
                                yapılan ayak oyunlarıyla onaylanır. Ancak 
                                ATATÜRK anlaşmayı iptal eder. Bunun sonucu 
                                olarak da ABD-Lozan Antlaşmasını bugüne kadar 
                                tanımamıştır. (Ali Kuzu-Papor)
                                Atatürk'ün ikinci Sevr Anlaşması gerekçesi ile 
                                Chester imtiyazını iptal etmesinin nedeni; 18 
                                Şubat 1923 tarihinde İzmir de toplanan Türkiye 
                                İktisat Kongresinde uzun tartışmalar sonucunda; 
                                MİSAK-I İKTİSADİ'nin kabul edilmesidir. Yani 
                                planlı kalkınmanın temeli atılmıştır. Ancak 
                                planlı kalkınma sosyalist sistemle değil liberal 
                                ekonomik uygulamalarla olacaktır. Dönemin zor 
                                koşullarında alınan bu karara karşılık II. Dünya 
                                Savaşı öncesi dünyada krom-çelik ihtiyacı had 
                                safhaya ulaşmıştır. Türkiye 1939 yılında Dünya 
                                kromit üretiminin %16.4'ünü teşkil eden yaklaşık 
                                190.000.-tonunu tek başına üretmiştir. Bu da 
                                Cumhuriyet döneminde kurulan MTA ve ETİBANK 
                                tarafından gerçekleştirilmiştir.
                                Buna benzer durum bugün BOR için de söz 
                                konusudur. Dünya ham Bor tüketiminin %95'ini 
                                TÜRKİYE karşılamaktadır. Sektörde öncü şirket 
                                olan U.S. Borax, kesinlikle ham bor ihracatı 
                                yapmamaktadır. Avrupa bor endüstrisi, Uzakdoğu 
                                ve Asya tamamen Türk borlarına bağımlıdır. Türk 
                                Borunun ABD'ye rakip olması halinde 1 Trilyon 
                                Doların üzerindeki ileri endüstri pazarının 
                                çoğunluğunu Türkiye ele geçirecektir.
                                Osmanlı döneminde "Fethiye/Üçköprü bölgesinde 
                                bulunan kromit yataklarının ilk işletme ruhsatı 
                                1887 yılında Ali Rıza Paşa'ya verilmiştir. Ali 
                                Rıza Paşa'nın öldüğü 1926 yılına kadar işletilen 
                                kromit madenleri, bu tarihten sonra verilen 
                                imtiyazın iptal edilmesiyle bir müddet sahipsiz 
                                kalmış, ancak bu süre içerisinde Gürşana adında 
                                bir şirket tarafından bölgedeki kromit yatakları 
                                gayri yasal olarak sahiplenilmiştir. Ali Rıza 
                                Paşa, Gürşana adlı şirketin ardından 
                                Fethiye-Üçköprü kromit sahalarının işletme 
                                ruhsatı Fransız uyruklu Fethiye Şirket-i 
                                Madeniyesi ünvanlı şirkete verilmiştir. Fransız 
                                sermayeli "Fethiye Şirket-i Madeniyesi adlı 
                                şirket Üçköprü kromitlerinin maden kirasını 
                                ödemediği gibi şirket sahayı 35 yıl işlettikten 
                                sonra, hiçbir zaman bilançosunda kar 
                                göstermediği için vergi de vermemiş üstelik krom 
                                sahalarını tahrip etmiştir. Bu konuda İstanbul 
                                Asliye 4. Tic. Mahkemesinin 61/523 sayılı dava 
                                dosyasında hiç kazanç elde edemediğini iddia 
                                etmiştir. (M.CINKI-Kanlı Bir Öykü)
                                Borda durum; Demokrat Parti döneminde bor 
                                sahalarında faaliyet gösteren BORAX CONSOLİDADET 
                                LTD (BCL)'ye Cumhuriyet dönemi öncesi bir 
                                teslimiyetle alt yapı oluşturulmuştur. BCL, 
                                çıkartılan yasalardan daha fazla yararlanmak 
                                için 25 kasım 1955 tarihinde isim değiştirmiş, 
                                adının başına TÜRK kelimesi koyarak sermayesinin 
                                %80'i merkezi İngiltere'de bulunan BCL şirketine 
                                %20'si Türk ortaklara ve İngiliz ortaklara ait 
                                olmak üzere TÜRK BORAKS MADENCİLİK A.Ş. adını 
                                almıştır. Sultançayırı bor maden imtiyazını da 
                                06.01.1956 tarihinde yeni oluşturulan şekli 
                                üzerine tescil ettirmiştir. Şirket, bor 
                                rezervlerinin miktarını düşük göstermiştir. 
                                Şirket Kırka'nın Sarıcakaya bölgesinde yaptığı 
                                sondajlar sonucu tespit ettiği rezervi 10 milyon 
                                ton olarak beyan ederek 45 yıllık imtiyaz talep 
                                etmiş, ancak şüpheler üzerine aynı bölgede MTA 
                                tarafından yapılan araştırmalarda rezervin 400 
                                milyon ton olduğu ortaya çıkarılmıştır.
                                İkinci Dünya Savaşı yıllarında Dünya 
                                ekonomisinin durgunluğu bahane edilerek ülke 
                                zorlanmaya başlamıştır. 1946 yılında Türkiye'ye 
                                yapılacak ekonomik yardım öncesi, ABD kongresine 
                                bir rapor sunmak üzere 20. Yüzyıl vakfı 
                                tarafından görevlendirilen THORNBURG adlı 
                                iktisatçı Türkiye'nin Bugünkü Ekonomik Durumunun 
                                Tenkidi adlı bir rapor hazırlar. Rapora göre;
                                - Türkiye'nin ağır sanayi kurması gerekli 
                                değildir.
                                - 1937 yılında kurulan Karabük Demir Çelik 
                                kapatılmalıdır.
                                - Uçak, makine, motor projeleri iptal edilmeli 
                                ve bu yatırımlara yönelinmemelidir.
                                - Demiryolu yerine Karayolu yapılmalıdır.
                                - Sanayi bırakılmalı tarımla kalkınılmalıdır.
                                - Aksine proje geliştiren yöneticilere ABD dostu 
                                gözüyle bakılamaz.
                                Uygulamaların nasıl hayata geçirildiği 
                                ortadadır. Ancak bundan önce, daha önce ATATÜRK 
                                döneminde de benzer nitelikte 1800 sayfalık DORR 
                                RAPORU hazırlanır. Çöpe atılan rapor, büyük 
                                önderin ölümünden sonra KUTSAL KİTAP tanımlaması 
                                ile anılır.
                                "Bunların olabileceğini gören ATATÜRK, 
                                17.03.1923 tarihinde Mersin'de yaptığı 
                                konuşmada: Bizi amacımıza varmaktan alıkoyan iki 
                                kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar 
                                bizi bir sömürge haline koymak için ilerlememizi 
                                istemeyenlerdir. Fakat bizim için bunlardan daha 
                                zararlı, daha öldürücü bir sınıf vardır o da 
                                içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir" 
                                demiştir.
                                II. Dünya Savaşı mağlupları olan Almanya ve 
                                Japonya'nın mağlubiyet nedeniyle kabul ettiği, 
                                devlet girişimlerinin özel kesime devredileceği 
                                ve her alanın yabancı sermayeye açılacağı 
                                şartları Türkiye tarafından gönüllü olarak kabul 
                                edilmiştir. Bunun sonucu meşhur MARSHALL PLANI 
                                devreye girmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ile ABD 
                                arasındaki Ekonomik İşbirilği Antlaşması 04 
                                Temmuz 1948'de 5253 sayılı yasa ile 
                                onaylanmıştır. Anlaşmanın 2. Maddesinde; Türkiye 
                                Tasarrufunda Bulunan Bilumum Kaynakların 
                                Müşahedesi ve Tetkikine İmkan Tanıyacaktır 
                                ibaresi mevcuttur.
                                Marshall Planına mesnet olan Dorr, Thornburg ve 
                                Barker raporlarının temel niteiliği Ulusal maden 
                                varlıklarımıza rezerv koyan muhteviyatta 
                                raporlar olmasıdır. Marshal Yardımı ile Ulusal 
                                güce atılan cengel, çökertme operasyonu genç 
                                Cumhuriyet için artık uygulamaya geçmiştir. 
                                (M.CINKI-Kanlı Bir Öykü)
                                Bunu daha iyi anlayabilmek için ULUSAL GÜCÜ 
                                tanımlamak gerekir. Buna en uygun tanım da 
                                BARNET'in tanımıdır. "Bir ulus devletin gücü 
                                asla tek başına silahlı kuvvetlerinden değil, 
                                aynı zamanda ekonomik ve teknolojik 
                                kaynaklarından dış politikasını yürütürken 
                                gösterdiği ustalıktan, uzak görüş ve 
                                kararlılıktan, toplumsal ve politik 
                                örgütlenmesinin iyiliğinden gelir demektedir. 
                                FANSLWORTH ise "..Nüfus, coğrafya, doğal 
                                kaynaklar, ekonomik güç ve askeri güç'ten oluşan 
                                somut unsurlar ile Ulusal moral, ulusal liderlik 
                                ve siyasal sistemden oluşan soyut unsurları 
                                içeren yapının güçlü devleti oluşturacağını" 
                                ifade etmiştir.
                                Tüm bunların ışığında geneli incelendiğinde; 
                                konuya ışık tutacak bir araştırmasında, Dünya 
                                Bankası Başekonomist ve Başkan Yardımcısı olarak 
                                çalışan ve aynı zamanda bir akademisyen olan 
                                Joseph E. Stiglitz (Küreselleşme Büyük Hayal 
                                Kırıklığı) adlı kitabında "Kaynaklar açısından 
                                zengin bir çok ülkede insanlar, enerjiyi servet 
                                yaratmak için kullanacaklarına doğal 
                                kaynaklardan kendilerine gelir (Rant) sağlamak 
                                için uğraşıyor" demektedir. Gerçekten ülkemizde 
                                doğal kaynakları toprak altından çıkaranlar 
                                bunlardan elde ettikleri gelirleri doğal 
                                kaynakların endüstriyel dönüşümünü sağlayan 
                                tesislere değil, kişisel yaşamlarını refah 
                                seviyesini yükselterek devam ettirme uğruna 
                                harcamaktadırlar. Ülkemiz madenciliği uygulama 
                                ve sonuçlar dikkate alındığında, ulusal güç 
                                potansiyelimizin, kendisine madenci diyen ancak 
                                kamusal mülkiyeti özel rant kaynağına çeviren, 
                                madenciliği definecilikle eş anlamlı kılan 
                                organizasyonların talanıyla yok edildiği gerçeği 
                                ile karşılaşırız. (M.CINKI-Ulusların Gücü 
                                Yurdumuzun Tükenişi ya da Tüketilişi)
                                B- Yeni Dünya Düzeni-Küreselleşme Yönünden
                                Ulusal Güç Yaklaşımına karşı Yeni Dünya 
                                Düzeni-KÜRESELLEŞMEYE ilişkin Sonuç;
                                Yeni dünya düzeninin üçlü saç ayağı olan 
                                1-küreselleşme, 2-özelleştirme, 3-yerelleştirme 
                                politikaları, 1980 yılını takiben liberal 
                                uygulamaları benimsemiş ve gelişmiş dünyanın 
                                dışında kalmış ülkeler tarafından özellikle 
                                Batıya entegre olmak adına Türkiyedeki 
                                hükümetler tarafından titizlikle uygulana 
                                gelmiştir. Şirketi ve çok uluslu sermayeyi ön 
                                plana çıkaran yeni dünya düzeninin merkez 
                                ülkeleri şirketlerinin ihtiyaç duyduğu yer altı 
                                kaynakları açısından dünyanın en kısır 
                                ülkeleridir. (M.CINKI-Ulusların Gücü Yurdumuzun 
                                Tüketilişi)
                                Küreselleşme; Williamson'un Latin Amerika için 
                                özetlediği şekilde dünyanın her yerinde, tüm 
                                ülkelerinde bütçe kısıtlamaları, kamu 
                                harcamalarının kısıtlanması vergi oranlarının 
                                düşürülmesi, finansal liberalleştirme, döviz 
                                kurlarının serbest bırakılması ticaretin 
                                serbestleştirilmesi, kamu işletmelerinin 
                                özelleştirilmesi, yasaların bir 
                                örnekleştirilmesi, ulusal devletlerin 
                                yetkilerinin bir çoğunun uluslar arası kurumlara 
                                devredilmesi, vb. dönüşümlerin savunulması, 
                                zorlanması ve yaygınlaştırılması ile gelişti. 
                                Özellikle az gelişmiş ülkelerde, 1970 lerde 
                                ortaya çıkan borç sarmalı, tasarruf oranının 
                                düşüklüğü ve dış yardım ve yatırıma duyulan 
                                yaşamsal gereksinim, bu ülkelerin küresel 
                                kapitalizmin istemleri doğrultusunda yeniden 
                                yapılandırılması için büyük kolaylık sağladı. 
                                Borç bunalımının aşılmasında IMF, dış 
                                yatırımların bu ülkelere kaydırılmasında dünya 
                                Bankası, bölgesel yatırım bankaları ve diğer 
                                uluslararası kurumlar bu ülkeleri avuçlarına 
                                alıp istediklerini yaptırdı.
                                IMF ve Dünya Bankası dayattığı yasal ve idari 
                                değişiklerle bunun alt yapısını hazırladığı 
                                gibi, alt kuruluşları ile bu girişimlere ortak 
                                olarak finans sağlamıştır. Ancak bu katılımları 
                                herhangi bir devlet kuruluşuna değil özel 
                                şirketlere verilmekte, sözde teknik olarak güçlü 
                                ve yerel ekonomiyi destekleyecek projelere 
                                yöneltilmektedir.
                                Michael Hart, (Küresel Sistemin Kuralları 
                                eserinde;) ".. hükümetler dünya üzerinde 
                                ekonomik çıkarlarını nasıl koruyacaklardır? Daha 
                                küçük ülkeler için iki seçenek vardır; ya 
                                işbirliği ya da baskı; aynı hedefe yönelik 
                                yürüme ya da daha büyük güçlerin tiranlığını 
                                kabul etme.." diyerek küreselleşme boyunu net 
                                şekilde açıklamıştır.
                                Madencilik sektörüne yansıyan günümüzdeki 
                                bunalımı aşmak ve uzun vadeli yatırımları 
                                sağlama almak amacıyla; çok uluslu şirketler, 
                                girdikleri ülkelerde madenciliğe konu olan 
                                ülkelerin dışsatım gelirlerinin artacağını, bu 
                                yolla sağlanacak gelirlerle kalkınmanın 
                                hızlanacağı ve yoksulluğun yenileceği 
                                propagandasıyla, küresel yaptırımları zorlayarak 
                                doğal kaynakların talan politikalarını 
                                uygulamaya başlamışlardır. Uygulana gelen 
                                politikalar sonucu bazı ülke topraklarının 
                                2/3'sine kadar varan milyonlarca hektar alan, 
                                ulus ötesi şirketlerin kontrolü maden arama 
                                ruhsatı altında verilmiş, sağlanan olanaklarla, 
                                bu şirketler çoğu durumda hazır bulundukları 
                                maden yataklarını yeni teknolojilerle hızla 
                                tüketirken, elde ettikleri ürünü hiçbir 
                                kısıtlamaya uğramaksızın o ülkelerin dışına 
                                çıkarmışlardır.
                                Maden kaynakları işletirken yatağın en kârlı 
                                bölümü, deyim yerindeyse kaymak tabakası 
                                seçilerek farklı zenginlikteki tenörlere sahip 
                                cevher zonlarından en zengin kesimler, en kısa 
                                sürede en düşük maliyetle çıkarılıp işletmeler 
                                kapatılarak çok büyük miktardaki daha düşük 
                                tenörlü cevher ise bir daha kolay kolay 
                                işletilemeyecek şekilde terk edilmiştir.
                                Son on yılda arama yapılan az gelişmiş ve 
                                gelişmekte olan ülkelerde; başta Güney Amerika, 
                                Afrika, eski Sosyalist ülkeler ve Güneydoğu Asya 
                                ülkelerinde yoğun bir arama ve işletme 
                                kampanyasına girilmiş, sonucunda, atıklar 
                                arıtılmadan, çukurlar yığınlar eski durumuna 
                                getirilmeden olduğu gibi terk edilerek, geriye 
                                bazı sahalarda yüzlerce yıl ortadan kalkmayacak 
                                kirlilik ve çirkinlik bırakılmıştır. Ekolojik 
                                denge bozulmuş, sular kullanılamaz hale gelmiş, 
                                ormanlar yok edilmiştir. Tarihi doku ortadan 
                                kalkmıştır. (Tahir ÖNGÖR-Küreselleşme ve Maden 
                                Yasaları)
                                Özelleştirme Yönünden: Ülkemizde, ilk olarak 
                                1858 yılında çıkarılan Arazi Kanunu ile 
                                madencilik yasal bir çerçeveye kavuşturulmuştur. 
                                1906 yılına kadar değişik nizamnameler ile 
                                madencilik yönlendirilmeye çalışılmıştır. 1906 
                                yılında yürürlüğe konulan Maden Nizamnamesi, 
                                1954 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.
                                1954 yılında Yeni Maden kanunu hazırlama 
                                komisyonu kurulmuştur. AId'in (Amerika Yardım 
                                Komisyonu) tavsiyeleriyle, Mr. ELY yurdumuza 
                                gelir ve yabancı tekellerin önerilerini büyük 
                                ölçüde dikkate alan yeni tasarı için çalışmalar 
                                yapar. Akabinde, yabancı maden tekellerinin 
                                çıkarları doğrultusunda 1954 yılında kabul 
                                edilen 6309 sayılı Maden Kanunu, 1985 yılında 
                                3213 sayılı Maden Kanunu ile yürürlükten 
                                kaldırılmıştır.
                                Ülkemizin maden hukukunda neo liberalizmin 
                                istekleri doğrultusunda ki asıl köklü 
                                değişiklikler seksenli yıllarda 
                                gerçekleştirilmiştir. 1980 yılının 24 Ocak 
                                ekonomik kararlarının uygulamaya konulmasında 
                                yaşanan zorlukların 12 Eylül 1980 askeri darbesi 
                                ile aşılmasının ardından ülkemizde ulusal 
                                politikaların yerine açık açık çok uluslu 
                                şirketlerin politikaları uygulanmaya başlandı. 
                                Bunun sonucu ülke ağır bir borç sarmalına girdi.
                                1983 sonrasından çıkarılan yasalarla yabancı 
                                sermayenin ülkemize girişi ve kolayca dolaşımı 
                                amaçlanmıştır. Yabancı sermayeye açılan en 
                                önemli alanlardan biri madencilik olmuştur. 3213 
                                sayılı yasadan sonra 3996 sayılı yasayla da 
                                devletin hüküm ve tasarrufu altındaki madenlerin 
                                işletilmesi yabancıların imtiyazına açılmıştır.
                                Şirket çıkarlarını ve çok uluslu sermayeyi ön 
                                plana çıkaran Yeni Dünya Düzeninin merkez 
                                ülkeleri şirketlerin ihtiyaç duyduğu yer altı 
                                kaynakları açısından dünyanın en kısır 
                                ülkeleridir.
                                Sanayileşmiş ülkeler yer altı kaynaklarının 
                                yetersizliği ve önemli bir kısmında da dışa 
                                bağımlı olmasına karşın dünya maden üretiminin 
                                %60'lara varan kısmını tüketmektedir. Ortalama 
                                80 yıl yaşayan bir ABD vatandaşı, yaşamı boyunca 
                                1633 ton yer altı kaynağı tüketmektedir. Dünya 
                                bu hızla yer altı kaynaklarını hızla 
                                tüketmektedir.
                                İhracatını ağırlıklı olarak petrol ve ham maden 
                                ürünlerine dayandıran ülkelerin ortak özelliği 
                                geri kalmış olmalarıdır. Örneğin, Yemen, Nijer, 
                                Zambiya gibi ülkeler kişi başına düşen milli 
                                gelir bakımından dünyanın en yoksul 10 ülkesi 
                                içerisinde yer almaktadır. İhracat gelirlerinin 
                                %60.8'ini elmas madeni oluşturan dünyanın en 
                                büyük elmas ülkesi ihracatçı ülkesi Siera Leone 
                                414 $ dolarlık GSMH ile dünyanın en yoksul 
                                ülkesidir.
                                Ülkemizdeki özelleştirme furyası, 1986 yılında 
                                hükümetin isteği üzerine, Rio Tinto'nun kurumsal 
                                yatırımcılarından MORGAN BANK tarafından 
                                hazırlanan özelleştirme Ana Planında ETİBANK da 
                                özelleştirilecek kuruluşlar arasında sayılmakta 
                                ve ilk özelleştirilecek madenler olarak BOR VE 
                                KROM MADENLERİ belirtilmektedir. Alüminyumun 
                                kiralanması bakırların rehabilite edilerek 
                                satılacak duruma getirilmesi önerilmektedir. 
                                Bunun sonucunda; MTA'nın en önemli işlevi 
                                kısıtlanmış ve Enstitü yalnızca ruhsat 
                                alabildiği yerlerde çalışabilen bir kurum haline 
                                getirilmiştir. Etibank'ın öncelikle, bankacılık 
                                sektörü ayrıldı ve sonra da satıldı. Etibank'ın 
                                sigortacılık işlevi kapatılarak işlevsiz 
                                kılındı. Banka içi boşaltıldıktan sonra, devlete 
                                kaldı. Bugün büyük holdinglerin hepsinin birer 
                                banka ve özel finans kuruluşu varken Türkiye'nin 
                                en büyük işletmesi olan ETİBANK'ın bankacılık 
                                faaliyetinin tasfiye edilmesi ile finans kapısı 
                                da kapatılmış oldu. Ülke, özelleştirilen ancak 
                                işletilemeyen tesisler sonucu, dışsatıma yönelik 
                                maden işletmeciliği ağırlık kazandıkça 
                                madencilik çalışmalarının ülke ekonomisine 
                                kazandıracağı katma değeri hızla düştü.
                                1980 sonrası yapılan düzenlemelerle, yabancı 
                                sermaye akışı yeterince sağlanamadı. Örnek; 
                                ülkemizde 85 yabancı şirket 1980'den bu yana 
                                yalnızca 275 milyon dolar madencilik yatırımı 
                                yapmış bulunuyor. Bu da dış yatırımın yalnızca 
                                %0.9'unu oluşturuyor. Gelen sermayenin hiçbirisi 
                                de metal işleme endüstrisi kurma düşüncesine 
                                sahip değil. Arama çalışmalarında MTA verileri 
                                emsal teşkil ediyor.
                                Yerelleştirme Yönünden; Hükümetin uyum yasaları 
                                adı altında çıkarmaya çalıştığı Mahalli İdareler 
                                Yasası, Kamu Personel Rejimi yasası, Halkların 
                                kendi kaderini tayin etme hakkı ve kültürel 
                                haklar sözleşmelerinin kabulüne ilişkin olarak 
                                çıkaralan yasalar dikkatlice incelenip Maden 
                                Yasası, Nitelikli Sanayi Bölgeleri Kurulması 
                                Hakkında Kabul edilen yasa, yabancı sermayeyi 
                                teşvik kanunu birlikte değerlendirildiğinde;
                                Devletin üniter yapısının bozulduğunu, merkezi 
                                otoritenin zayıfladığını, özel güvenlik 
                                birimleri oluşturularak ulusal ordunun 
                                zayıflatılıp parçalanacağını, etkin özellikler 
                                ve mezhep farklılıkları ön plana getirilerek 
                                Türkiye de kendi içine kapalı bölgeler 
                                yaratılacağı, uzun vadede Türkiye Cumuhriyeti 
                                Devletinin yıkılmasına meydan verileceği, halkın 
                                elinde ki tüm sermayesi olan hammaddesinin yok 
                                edileceği gerçeklerinin göz ardı edilmemesi 
                                gerekmektedir.
                                Tüm bunlara örnek; Elazığ Guleman (Alacakaya) 
                                yöresinde bu toprakların yer altı zenginlikleri 
                                Kürdistan'a ait olduğu propagandası yapıldığı, 
                                21 Mart 1990 tarihinde ki elim olayda; Şark 
                                Kromları Ferrokrom Müessese Müdürlüğü 
                                personelinden dokuz kişinin öldürülmesi de acaba 
                                bir tesadüf müdür? (Apo davası duruşma dosyası) 
                                Türkiye Cumhuriyeti'nin halen KADASTRO 
                                çalışmalarının tamamlanamaması yeni tapuların 
                                verilmesi için midir?
                                1996 yılında 53. hükümet döneminde AMDL şirketi 
                                ile yapılan imtiyaz sözleşmesinin New York 
                                Borsasında Halka arzı için yapılan tanıtım 
                                broşüründe Türkiye'den Türkiye Fedaral Devleti 
                                diye bahsedilmesi, geçmiş yıllarda İstanbul'da 
                                düzenlenen HABİTAT II projesinin açılış 
                                konuşmasında tüm devlet erkanın da bulunduğu 
                                ATATÜRK Kültür Merkezinde B.M. Genel 
                                Sekreterinin konuşmasında Türkiye Feoderal 
                                Cumhuriyeti demesi bir tesadüf müdür.
                                Almanya'nın eski Başbakanlarından Sosyal 
                                Demokrat Helmut Schmidt, Berliner Tagesspiegel 
                                adlı gazeteye verdiği demeçte, Türkiye'nin 
                                parçalanmasını hedefleyen 10 Ağustos 1920 
                                tarihli Sevr Antlaşmasını kastederek, bu dönemde 
                                Kürtlere bir devlet hakkı verilmemesinin büyük 
                                hata olduğu ifade etmesi oldukça anlamlı olmakla 
                                acaba tesadüfümüdür?
                                
                                C, Tüm bunların ışığında 3213 sayılı yasanın 
                                maddesel olarak değerlendirilmesi;
                                
                                Kanun tasarısı ile;
                                Madencilik sektörünün önündeki yasal engellerin 
                                kaldırılarak, sektörün önünü açmak ve böylece 
                                madenciliği teşvik etmek,
                                Ruhsat iptalleri yerine maddi cezalar 
                                öngörülürek ruhsat ve yatırım güvencesini 
                                arttırmak
                                Madencilik faaliyetlerinin tabi olduğu izinlerin 
                                alınmasında ki bürokratik işlemleri azaltmak
                                Madencilik faaliyetlerine getirilen teşvikler 
                                ile sektöre ivme kazandırmak,
                                Devlet hakkı ödemelerinde yeni bir düzenleme 
                                getirilerek devletin gelirlerini arttırmak,
                                Mahalli idarelerin maddi yönden 
                                güçlendirilmelerini sağlamak için madencilik 
                                faaliyetlerinin yapıldığı vilayetlerin özel 
                                idare müdürlüklerine, Devlet hakkı payını 
                                aktarmak.
                                Tuğla-kiremit, çimento, kireç sanayilerinin 
                                hammaddelerini kanun kapsamına alarak sektörde 
                                güvence sağlamak amaçlanmıştır.
                                Anayasanın 168. Maddesinde; Tabii servetler ve 
                                kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu 
                                altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi 
                                hakkı devlete aittir. Devlet bu hakkını belli 
                                bir süre için gerçek ve tüzel kişilere 
                                devredebilir" hükmü mevcuttur. Son zamanlarda 
                                bilhassa uluslarası firmaların ihtiyaçları 
                                dikkate alınarak yeni bir egemenlik tanımı 
                                yapılmak istenmektedir. Doğal olarak yeni 
                                egemenlik alanlarının açılması için mevcut 
                                egemenlik tanımının değiştirilmesi, başka bir 
                                ifade ile mevcut egemenliğin daraltılması 
                                gerekmektedir.
                                Liberalizmin fikir babası Hayek; bireyin toplum, 
                                sınıf ve ulusa karşı önceliği vurgulanırken, 
                                şirketlere bilhassa uluslararası şirketlere 
                                karşı konumuna hiç değinilmemektedir.
                                Liberalizme göre piyasalarda ortak amaç ya da 
                                iyi yoktur. Devletin görevi piyasayı müdahale 
                                ederek düzenlemek değil, bireylerin piyasa 
                                ekonomisinin düzgün işleyişine zararlı 
                                eylemlerini önlemektir. Yine Hayek para 
                                piyasalarının hükümetlerin kontrolünden 
                                çıkarılması gerektiğini savunmaktadır. Gerekçesi 
                                ise hükümetlerin popülist politikalar 
                                uygulamalaya yatkın olmaları. Ayrıca, merkez 
                                bankalarının bağımsızlığı, para basma yetkisinin 
                                hükümetlerden alınması ve kambiyo rejiminin 
                                oluşturulmasını önermektedir. (Bizde Merkez 
                                Bankasının özerkliği örnek)
                                Değişiklik yasa tasarısının 3. maddesine, 
                                liberal mantıkla, birey topluma aileye, sınıfa 
                                ve ulusa önceleniyorsa, ticari faaliyetler de 
                                ormana, çevreye tarihe ve insanın en önemli 
                                gıdası olan suya karşı öncelenmektedir. Bunun 
                                uluslararası şirketler eliyle yürütüldüğü zaman 
                                oluşturacağı tehdidi görmemek mümkün değil.
                                Yasanın değişikliği içeren maddelerinde kamu 
                                yararı güdüldüğü ifade edilmekte, ancak 
                                madencinin yararı devletin ulusun yararının 
                                önüne geçmektedir.
                                Tasarıda maden aramalarında AR-GE teşvik 
                                edilmekte, işletmecilik ve madenlerin uç ürüne 
                                dönüştürülmesinde AR-GE faaliyetleri teşvik dışı 
                                bırakılmaktadır. Rakibine mali destek veren 
                                tacir gibiyiz.
                                Yirmi yıldır özel olarak uygulanan 
                                politikalarla, egemenlik milletin elinden 
                                alınarak uluslararası kuruluşlara ve şirketlere 
                                devredilmektedir. Devletin kurucu iradesine, 
                                İzmir İktisat Kongresinde bağlanan Kuvayi 
                                İktisadi ve Anayasanın Ruhuna uygun olan Kamu 
                                Mülkiyeti Sistemi korunmalıdır. Madenlerin Kamu 
                                Mülkiyetinde olmadığı ABD'de bile BLM (Arazi 
                                Kullanma Bürosu) tarafından yapılan 
                                değerlendirmeye göre 700 milyon dönümlük alanda 
                                madencilik yapılırken bunun 165 milyon dönümlük 
                                bölümü ulusal parklar, yaban yaşamı koruma 
                                alanları nedenleriyle madenciliğe kapatılmış, 
                                182 milyon dönümlük kesimde de aynı büro 
                                tarafından bu alanlarda madencilik 
                                yapılamayacağı kararlaştırılmıştır.
                                Mevcut tasarının ana fikri Ruhsat Ticaretine 
                                zemin hazırlanması, Aşırı ve Plansız Üretime yol 
                                açılarak düşük olan fiyatların daha da 
                                düşmesinin sağlanması, getirilecek yanlış teşvik 
                                sistemi ile neredeyse, üzerine para alacak 
                                şekilde Kontrolsüz faaliyet göstermenin ve 
                                yanlış beyanlara uygulanan cezaların caydırıcı 
                                olmaktan çıkarılması suretiyle yolsuzlukların 
                                alt yapısının hazırlanması olarak karşımıza 
                                çıkmaktadır. Kar yerine satış tutarı üzerinden 
                                devlet hakkı alınması olumlu bulunacak hükümler 
                                varsa da teşvik sistemi ile bunlardan da 
                                geçilmektedir. Ülkenin herhangi bir kazancı 
                                olmayacaksa niçin madencilik yapılacaktır?
                                Tüm bunların ışığında yasayı madde madde 
                                değerlendirmek yerine, 57. Hükümet döneminde, 
                                AKP grubu adına Mehmet Altan KARAPAŞOĞLU (Bursa 
                                Milletvekili), Doç.Dr. Sait ÇABA (Afyon 
                                Milletvekili), Zeki ERGEZEN (Bitlis 
                                Milletvekili), Dengir Mir Mehmet FIRAT (Adıyaman 
                                Milletvekili) sıfatıyla sunmuş oldukları 
                                muhalefet şerhinde;
                                Kanunu, Kıyı Kanunu, Milli Ağaçlandırma ve 
                                Erozyon Kontrolü Kanunu, Mera Kanunu, 
                                Zeytinciliğin Korunması Hakkında Kanun, İstanbul 
                                Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü 
                                Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun, Belediye 
                                Gelirleri Kanunu,
                                Diğer taraftan muafiyet ve istisnaların Vergi 
                                Kanununlarında yer alması gerekirken, özel 
                                kanunlarla vergi istisna ve muafiyeti 
                                getirilmektedir. Bu mantık Vergi kanununlarının 
                                bütünlüğünü bozmakta, uygulamalarda 
                                belirsizlikleri ve zorlukları gündeme 
                                getirmektedir. 5422 sayılı Kurumlar Vergisi 
                                kanuna 4008 sayılı Kanunla eklenen mükerrer 45. 
                                madde ile kurumlar vergisine ilişkin indirim, 
                                istisna ve muafiyetlerin ancak kurumlar vergisi 
                                kanununa gelir vergisi kanununa ve vergi usul 
                                kanununa hüküm eklemek ve bu kanunlarda 
                                değişiklik yapılmak sureti ile düzenleneceği 
                                hükmü bulunmaktadır.
                                3946 ve 4396 sayılı kanunlarla istisnaların 
                                birçoğunun kaldırılmış bulunduğu hususu dikkate 
                                alındığında yeni muafiyet ve istisnaların 
                                getirilmesinin uygun olmayacağı.
                                Maliye sistemimizin çeşitli vesilelerle 
                                uyguladığı indirim ve terkinlerin Vergi 
                                kanunlarımız içinde görülebilmesini temin edecek 
                                düzenlemelerin de yapılabilmesi ve şeffaf bir 
                                bilgi alınabilmesi olanaksız hale gelecektir.
                                Yabancı Sermaye Derneği tarafından hazırlanarak 
                                TBMM'ne kadar ulaştırılan Endüstri Bölgeleri 
                                Kanun Tasarısının mantığı ve tutumu ile 
                                düzenlenen bu kanun sivil toplum örgütlerinin 
                                tepkisini çekmektedir.
                                - Maddeler yönünden;
                                - Tasarının 3. maddesi "Maden Kanununun 7. 
                                maddesinde yapılmak istenen değişiklik İlgili 
                                Yasalar Gereği İzin Alınması Kuralı 
                                Kaldırılarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar 
                                Bakanlığının hazırlayacağı bir Yönetmelik 
                                Doğrultusunda madencilik faaliyetleri 
                                düzenlenir" kuralı haline dönüştürülmektedir. 
                                Hukuk kuralının göz ardı edildiği bu 
                                düzenlemenin ardından verilmiş ruhsatlara dayalı 
                                olarak devletin gözetim ve denetimi altında 
                                yürütülen madencilik faaliyeti yürütülmekte olan 
                                faaliyetin niteliğinin gerektirdiği bilimsel ve 
                                teknik çözümlere riayet edilmesi koşuluyla 
                                engellenemez hükmü konularak İ.Y.U.K'da ki 
                                yürütmeyi durdurma ve iptal kararlarının 
                                uygulanması ile, maden kanunu arasında bir 
                                kanunlar ihtilafı yaratılmaktadır. Bu durum da 
                                açıkca anayasa ya aykırıdır. "Yargıyı 
                                etkisizleştirmek ve yargı kararının 
                                uygulanmasını engellemek anlamına gelen bu 
                                düzenleme anayasamızın 138 ve dolaylı olarak da 
                                değiştirilmeyecek ve değiştirilmesi teklif dahi 
                                edilmeyecek Cumhuriyetin Nitelikleri'ni 
                                düzenleyen 2. maddesine aykırıdır.
                                - Bu tasarı Anayasamıza 5,11,17,43 sayılı 
                                kıyılardan yararlanma 44 sayılı toprağın 
                                korunması, 45 sayılı Tarım Alanları ve Meraların 
                                korunması, 56 sayılı Sağlık ve Çevre Hakkı, 63 
                                sayılı tarih, Kültür ve Tabiat Varlıklarının 
                                Korunması, 138 sayılı İdare, Yasama ve 
                                Yürütmenin Mahkeme kararlarına Uyma ve Yerine 
                                Getirme Zorunluluğu, 169 sayılı Ormanların 
                                Korunması Genişletilmesi, Çevre ile ilgili bir 
                                çok uluslararası imzalanmış sözleşmelere de 
                                aykırıdır.
                                - AKP olarak yurdumuzun sınırları içindeki 
                                topraklarımızın üstünde ki varlıklarımız ile 
                                topraklarımızın altındaki varlıklarımız olan 
                                madenlerimizin, toplumun yararı istikametinde 
                                geliştirilmesinden yana olduğumuzu ancak; Hukuk 
                                Devleti İlkesinden de ödün vermemek tutum ve 
                                düşüncesi ile bu yasa tasarısına karşı olduğunu 
                                parti görüşü olarak sunmuşlardır.
                                Ancak, yasa tasarısı 57. hükümet döneminde ki 
                                halinden daha da ağırlaştırılmış şekliyle TBMM 
                                gündemine getirilmek istenmektedir. Şöyle ki; 
                                (TBMM'ye sevk gerekçeleri sıralamasına göre 
                                yanıtlamak gerekirse)
                                Madenciliğin önünde ki engelleri kaldırmak; 
                                tamamen hukuksuzluk hakim,
                                Ruhsat güvencesi, yasa tasarısının getirmeye 
                                çalıştığı maden haklarının kaldırılamayacağı ve 
                                sürdürülemez duruma geldiği ortaya çıktığında 
                                bile 6 ay ek süre verilmesi uygulamalarının 
                                benzerlerinin başka ülkelerin ulusal maden 
                                hukuklarında pek yerinin olmadığı görülüyor.
                                Madencilik sektörüne teşvik; adeta devlet üste 
                                para veriyor.
                                Devlet payı; kardan değilde ocak çıkışına göre 
                                brüt üretim üzerinden %2 alınması iyi gibi 
                                görünse de, teşvikler, vergi muafiyetleri, 
                                buluculuk hakkı düzenlemesi birlikte 
                                değerlendirildiğinde, üste para veriyoruz.
                                Mahalli idarelerin güçlendirilmesi; bu gerekçe, 
                                halkların kendi kaderini tayin kültürel hakların 
                                korunması, mahalli idareler yasası ve kamu 
                                personel rejim yasası ile birlikte 
                                değerlendirilmeli. Bu durum da bölgesel self 
                                determinasyon hakkı kullanılabiliyor.
                                Anılan yasal düzenlemelerle, perde arkasında 
                                merkezi devlet bertaraf edilmekte, Türkiye 
                                Cumhuriyeti, beyliklere ayrılmaktadır. I. Dünya 
                                Savaşı sonrası, askeri yenilgi gelmiş, ülke 
                                bölgesel anlamda işgal edilmişken, şimdi 
                                yapılmak istenilen, önce şehir devletleri 
                                kurarak yani önce Sevr fiilen hayata geçirilip 
                                sonra askeri yenilgiyi sağlayacaktır.
                                İkiz ihanet yasaları ile kabul edilen Birleşmiş 
                                Milletler sözleşmelerinin 1. maddelerinin 2. 
                                Bentlerine göre, "Bütün haklar... kendi doğal 
                                zenginlik ve kaynaklarından özgürce 
                                yararlanabilirler. Bir halk, hiçbir durumda, 
                                kendi varlığını sürdürmesi için gerekli olan 
                                kendi olanaklarından yoksun bırakılamaz." Buna 
                                mahalli idareler yasası ve kamu personel yasası 
                                eklendiğinde; Madeni işletmek isteyen yabancı 
                                firmaların almış oldukları işletme hakları 
                                dikkatlice incelendiğinde, ham cevherin 
                                işlenmesinden değil para kazanmak, Fırat ve 
                                Dicle nin suyu dahi ülkenin batısına 
                                gelmeyecektir.
                                - Serbest, şeffaf ve istikrarlı piyasa koşulları 
                                içinde ulusal kaynaklarına öncelik veren, bu 
                                kaynakların aranmasında ve istenen kaliteyle, 
                                güvenli ve ekonomik olarak üretiminde ileri 
                                teknolojileri kullanan ve geliştirebilen,
                                - Gereksinim duyduğu enerjiyi, güvenli, 
                                güvenilir, ekonomik verimli ve çevreye duyarlı 
                                teknolojilerle üreten, ileten depolayan ve 
                                kullanan;
                                - Uluslararası enerji pazarında yarışabilecek 
                                enerji teknolojileri geliştirebilen ve 
                                uluslararası enerji yatırımlarında etkin bir 
                                TÜRKİYE hedeflenmelidir. (TÜBİTAK -Enerji ve 
                                Doğal Kaynaklar Paneli) Madenlerimiz kısıtlı 
                                olması enerji üretiminde birincil öncelik olması 
                                koşuluyla tüm üretim safhaları Türkiye de 
                                gerçekleştirilecek şekilde yabancı sermayeye 
                                açılmalıdır.
                                Enerji güvenirliği açısından dışa bağımlılığı 
                                kabul edilebilir düzeylerde tutmak amacıyla 
                                arama çıkarma ve kullanım açısından yerli 
                                kaynaklara öncelik tanınmalıdır. (TÜBİTAK panel)
                                Nitekim, ülkemizde enerji yoğun sanayide özel 
                                kesimin gelişmemesinin en önemli sebebi Elektrik 
                                fiyatlarında ki yüksekliktir. Elektrik fiyatları 
                                makul bir seviyeye indirildiğinde tesislerin 
                                zarar etmesi diye bir kavram söz konusu 
                                olmayacaktır. Yukarıda açıklanan Morgan Bank'ın 
                                hazırladığı Özelleştirme Ana Planında Seydişehir 
                                Alüminyum Tesisi kiralama yöntemiyle 
                                özelleştirilecektir. Özelleştirme baskısı 
                                Seydişehir Alüminyum tesislerinin 
                                modernizasyonuna da engel olmuştur.
                                Sovyet teknolojisi ile kurulmuş olan tesisler, 
                                kurulduğu günden bu yana geçen 30 yıl sonunda, 
                                tesisin modernizasyonu gerçekleşmediği halde, 
                                halen tam kapasite ile çalışmaktadır. Bu büyük 
                                başarı, devlet memurları eliyle ve Kamu İktisadi 
                                Teşebbüsü mevzuatıyla gerçekleştirilmiştir.
                                Sektör de global bir kartel söz konusudur. (Rio 
                                Tinto/Coalco'nun %30 hissesinin bulunduğu 
                                Queensland Alümina firmasına aynı zamanda Kaiser 
                                %28, Alcan %22 ve Peciney %20 hisselerle 
                                ortaktırlar) Dünyanın her yerinde orta hareket 
                                eden bu firmalar, üretim yaptıkları ülkelere 
                                hiçbir katma değer bırakmadan hammadde temin 
                                etmenin yollarını aramakta ve rakip olarak 
                                gördükleri devlet kuruluşlarını tasfiye etmek 
                                için gayret göstermektedirler.
                                Bilindiği gibi Seydişehir Alüminyum tesisleri, 
                                diğer birçok tesislerimiz gibi Rus teknolojisi 
                                ile yapılmıştır. Türkiye sanayileşmesinde Rus ya 
                                da Sovyet teknolojisini seçerken, bu tercih Rus 
                                teknolojisinin üstünlüğünden kaynaklanmamıştır. 
                                Batı (İngiliz, Fransız, Alman, ABD vs) paramızla 
                                bile bize teknoloji vermemiş, tesislerin 
                                kurulmasına karşı çıkmıştır. Şimdilerde ise 
                                varlığı onları rahatsız etmektedir. Ergani bakır 
                                tesisleri küçültülerek Glencore'un kontrolünde 
                                üretimine devam etmektedir. Türkiyenin tek Çinko 
                                Kurşun (aynı zamanda tek altın işleyebilecek) 
                                tesisi olan ÇİNKUR Glencore tarafından dolaylı 
                                olarak satın alınmış ve kapatılmıştır. Türkiye 
                                çinkoyu Glencore ve yan kuruluşlarından temin 
                                etmektedir. Almanların yapılmasına karşı çıktığı 
                                Elazığ Ferrokrom tesisleri Marc RIHC (zamanında 
                                kırmızı bültenle aranırken Clinton tarafından 
                                başkanlık görevinden ayrıldığı son gün 
                                affedilmiştir) ve firmalarının (Glencore) 
                                pazarlamada uyguladığı ambargo nedeniyle iki 
                                yıldır üretim yapamamakta ve kapanma tehdidi 
                                altında bulunmaktadır. Şimdi hedefte Seydişehir 
                                Alüminyum tesisleri vardır. Seydişehir kamu da 
                                kalmalıdır. (Galip TÜRKMEN-Seydişehir Alüminyum 
                                Tesisleri Önemi ve Geleceği)
                                Türkiyenin enerji sektöründe pay sahibi 
                                olabileceği dünya da rakipsiz olduğu elindeki 
                                tek hammaddesi şimdilik BOR MADENİDİR. Türk 
                                Borlarını ele geçirme operasyonun da Eti 
                                Holdingin ve Eti Bor A.Ş'nin halka açılmasını 
                                sağlamak olacağı esastır. Danıştayın 26.05.1999 
                                gün ve 199/66 E. ve 1999/93 K. sayılı kararı ile 
                                eti Holdingin Anonim Şirket olarak 
                                yapılandırılmasının ve Eti Bor A.Ş.'nin de özel 
                                şahıs hissesinin bulunmasının hukuka aykırı 
                                olduğu tespit edilmesine rağmen, halen hukuka 
                                uygun bir yapılanmaya gidilmemesi dikkati 
                                çekmektedir. Tek elde kalan Borun korunması için 
                                2840 sayılı yasa korunmalıdır.
                                Ancak 3213 sayılı yasa da ki değişikliğe ilişkin 
                                geçici madde de; Etibank'ın elindeki ruhsatlara 
                                ilişkin 5 yıllık arama işlemini bitirmesi 
                                gerekmektedir. Fiilen mümkün olmayan bu durum 
                                sonucu, Etibank'ın elinde ki sahalar, 
                                parçalanarak, hem rekabete açılacak hem 
                                Etibank'ın işlevi sona erecektir.
                                Bu konuda "2840 sayılı yasa hükümleri saklıdır. 
                                Bu kanunun yürürlük tarihinden önce ve sonra 
                                bulunmuş ve bulunacak olan tüm bor tuzları 2840 
                                sayılı yasa hükümlerine tabiidir" şeklinde 
                                düzenleme getirilmelidir. Tasarı tam aksini 
                                getirmektedir. Mevcut uygulama da halen tasarıda 
                                korunduğu gibidir.
                                Üzerimize serpilmiş ölü toprağından bir an önce 
                                kurtulmalıyız. Ucube bir hayalet gibi önümüze 
                                konan AB üyeliği bizim için bir hayaldir. 
                                Teoderl HERLZ in siyonizm hareketini başarıya 
                                ulaştırmak için söylediği "İnsanları değiştirmek 
                                istiyorsan, önce yaşam koşullarını 
                                değiştirmelisin" sözü bugün bizlere uygulanan 
                                geçer stratejinin yeni açılımıdır.
                                AB diyerek hazırlandığımız, her denilene evet 
                                dediğimiz dönemde parçalanma ile karşı 
                                karşıyayız. Parçalanmak yetmeyecek, kurulacak 
                                şehir devletlerinin de yaşama şansları 
                                olmayacaktır. AB nin çıkardığı 5 EURA da bulunan 
                                harita da yer alan TÜRKİYE yarım olarak yer 
                                almıştır. Bu durumda acaba Türkiye Federal 
                                Cumhuriyet olmadan Türkiye Cumhuriyeti olarak 
                                bütün halinde AB ye üye olabilirmiyiz.
                                
                                "Bayrakları Bayrak Yapan Üstündeki Kandır, 
                                Toprak Eğer Uğrunda Ölen Varsa Vatandır" 
                                şiarından hareket eden rahmetli Dr. Necip 
                                HAPLEMİTOĞLU'nun dediği gibi, "Türküm ve Başka 
                                Türkiye Yok" diyerek Türkiye Cumhuriyeti 
                                Devletine sahip çıkma zamanıdır...
                                
                                Makalenin Yazılmasında
                                
                                Ayhan BİLGİN 1998 tarihli Akit Gazetesinde ki 
                                Türkiye Federal Devleti makalesinden,
                                CHP Madencilik ve Metalurji Komisyonunu 
                                çalışmasından,
                                Tahir ÖNGÖR, Küreselleşme ve Maden Yasaları 
                                başlıklı makalesinden,
                                M. Mustafa CINKI Ulusların Gücü ve Yurdumuzun 
                                Tükenişi-Tüketilişi başlıklı makalesi,
                                M. Mustafa CINKI Krom-Kanlı Bir Öykü başlıklı 
                                makalesinden,
                                M. Mustafa CINKI Gözümüzün Boru Başlıklı 
                                Makalesinden,
                                M. Mustafa CINKI Bor Pazarında Rekabet-Boron 
                                Fuel Başlıklı Makalesinden,
                                Galip TÜRKMEN Seydişehir Alüminyum Tesisleri 
                                Önemi - Geleceği başlıklı makalesinden,
                                Ali KUZU Rapor başlıklı çalışmasından,
                                Ali SAPMAZ Maden Yasası Değişiklik Tasarısı; 
                                Yeni Oyunlar başlıklı makalesinden,
                                Galip TÜRKMEN Maden Kanununun 
                                Tasarısı-Mülkiyet-Hakimiyet başlıklı 
                                makalesinden,
                                AKP'nin 57. Hükümet Döneminde Yasa Taslağına 
                                Koyduğu Çekince'den,
                                TMMOB 3212 Sayılı Maden Kanunun 
                                Değerlendirilmesi Başlıklı çalışmasından,
                                Ali KUZU Maden Kanunundaki Değişiklikler 
                                başlıklı makalesinden,
                                TÜBİTAK Enerji ve Doğal Kaynaklar Paneli 
                                çalışmasından yararlanılmıştır.
'Av. Dursun YASSIKAYA'
 
 Adres: Fatih Sultan Mahallesi, 
                        Dumlupınar Bulvarı, 2700. Cadde, ARP Kule No: 3/30 (Kat: 15), 06790, 
                        Etimesgut/ANKARA
 
 Telefon: 
                        +90 312 430 71 71
 
  
                        Faks: 
                        +90 312 430 60 70 
 
 E-posta: info@yassikayahukuk.com
© 2022 YASSIKAYA Hukuk Bürosu. Tüm hakları saklıdır.