UFKUN ÖTESİNDE
DOĞMAYI BEKLEYEN AKIL, GÜCE DÖNÜŞMEYİ BEKLEMEKTE
Yİnsan, yaşananları idrak ettikçe iki seçenekle
karşılaşıyor; -Ya moral olarak çöküp bana ne
diyerek, aklını emanete verip, düşünmekten
uzaklaşıp teslim olacak, yada, aklını gönül
gözüyle yoğurup, farklı bir bakış açısı ile yeni
bir yol bulmaya odaklanmak zorunda kalıyor.
Meslek olarak Adalet dağıtımında vazgeçilmez
olan, Avukatlık mesleğini icra edenler, kahır
ekseriyetle ikinci yolu tercih ediyor. Bu tercih
kişiye göre, yöntem ve yürütülen akıl olarak
farklılık gösterse de “insanı yaşatmaya”
çıkıyor.
Yaşananlarımızı olumsuz değerlendirsek de, ülke
değişiyor. Değişmek zorunda! Lakin başarı bu
değişimi sürdürülebilir kılıp dönüşümü
yönetmekle taçlanacak.
Değişimin ve dönüşüm zorunluluğunun farkında
olmayabiliriz, anlık sonuçlara göre göstergeler
değerlendirildiğinde sonuç olumsuz olarak
değerlendirilebilir.
Lakin, etrafımızda, dünya siyasetindeki
kırılmalar istemesek de bize yeni bir misyon
yüklüyor. Peki, bunu ne kadar fark ediyoruz?
Tarihi köklerimizin olduğu TÜRKİSTAN
coğrafyasındaki uyanış, birliktelik merak
ediliyor. İnanç coğrafyamızdaki Maturidi bakış
acısı hiç olmadığı kadar bize alan açıyor.
Tarihsel siyasi etki alanımız Sahra Üstü
Afrika’da sömürgeci olmayan Beyaz olarak
değerlendirilmemizin yarattığı sempati dalgası
tüm kıtaya yayılıyor.
Birilerinin, yaratmaya çalıştığı,
Devletsizleştirme, Türksüzleştirme,
İslamsızlaştırma gayretleri ile yaratılmak
istenen kaos, vatandaşın siyaset üstü sağduyusu
ile boşa çıkarılıyor.
Siyasetin zamana hükmetme konusundaki cesur
çıkışı ile İstanbul Zaman Dilimine geçmemiz
özlediğimiz iddiayı yaratıyor. Zamana hükmeden
her şeye hükmeder. İstanbul zaman dilimi ile,
pasifik kıyılarından Yeni Delhi’ye kadar eş
zamanlı ticaret yapabilecek, altyapısı olan tek
ülkeyiz.
Her ne kadar değişimi önceleyen siyaset
kurumunun dönüşümü sürdürebilme ve yönetebilme
konularındaki zafiyetleri, umut filizlerini
kurutabilecek gibi görünse de üzerimize yüklenen
misyon, yeni paradigma inşa etmemizi zorunlu
kılıyor.
Bunun içindir ki, gücümüzün farkına varmalıyız.
Unutulmamalıdır ki, güçlü toplumlar “sen”,
“ben”, “öteki” kavramları yerine “BİZ” kavramına
sığınır. Geleceğini bunun üzerine bina eder.
Siyaset kurumu kurucu irade olmak istiyor ise,
toplumu ötekileştirerek yönetmek yerine
kitleleri, farklılıkları, gelecekleri için
birbirlerine ihtiyaçları olduğu algısı ile
yönetmeli.
Aksi durum, Adolf Hitler’in (Mein Kampf-Hitlerin
Pisikopatolojisi)”büyük değişimlere yön veren
içsel güçleri tanımadaki bilgi yetersizliği,
büyük halk yığınlarının önemini yetersiz
değerlendirilmesi sonucunu doğurur” tespiti ile
kendi kaosunun yaşanmasına sebep olabilir.
Karmaşadan beslenmek yerine toplumsal barışa,
toplumsal huzura giden yolu öncelemeliyiz. “BİZ
OLABİLMELİYİZ”. Bunun içinde “MÜNAKAŞA ETMEDEN
MÜZAKERE ETME” kabiliyetini kazanmalıyız. Bunun
ya eğitim ile ya taklit edilerek olabileceği
bilimsel bir gerçeklik. Peki toplumun nerede ise
her aileden birisinin yolunun adliye
kapılarından geçtiği gerçeğini görerek, yüzün
üzerindeki Hukuk Fakültelerinde verilen eğitim
ile mi başaracağız.. Hele Adalete güven kayboldu
ise..
Ülkemizin, uluslararası ticaretin merkezi olma
yolunda ki takdire şayan gayretleri, bölgesel ve
siyasi olarak ele geçen fırsata cevap
verebilecek eğitim verebiliyor muyuz?
Fakültelerde verilen eğitimler incelendiğinde,
acaba kaç Hukuk Fakültemiz de B.M. UNCITARL
Temel Kanunu, global çalışmalar olarak ise
Uluslararası Ticaret Sözleşmelerine İlişkin
UNDROIT İlkeleri (UNIDROIT Principles of
International Commercial Contracts – UPICC)
Uluslararası konvansiyonlar, yumuşak hukuk (soft
law) araçları, model kanunlar, standart
sözleşmeler, kılavuzlar vb. öğrencilere,
avukatlara, hakimlere anlatılmaktadır. Nerede
ise yok denecek kadar az…
Kaç baro, meslek örgütü, bu fırsatın, dostane
çözüm yöntemlerinin (arabuluculuk, MED_ARB,
Tahkim) yarattığı dip dalganın kimler farkında.
En başta farkında olması gereken siyaset kurumu
olmalı ki bir an evvel, yeni Arabuluculuk Kanunu
TBMM’den geçip yürürlüğe girmeli.. Dünya da
dostane çözüm yöntemlerini önceleyeler paranın
güvenini sağlamışlar. Bu alanda başarılı ülkeler
bu yöntemi bir ihracat ürününe dönüştürmüş.
İvedi olarak, arabuluculuk merkezlerinin önü
açıldığında denetimin ve başarının geldiği
gerçeği görülebilmeli.
Arabuluculuk özelinde yakaladığımız başarı
Dünya’ya örnek olurken, bu başarının sonuçlarını
gelişmiş toplumların terk ettiği Kazuistik bakış
açısının ürünü olan, Noterlik benzeri bir
düzenleme ile ihya etmek mümkün olamaz. Liberal
bir bakış açısına ihtiyaç duyulduğu gözden
kaçırılmamalı… Kazuistik bakış açısı yasakları
düzenlemeye yönelik olup geleneksel yönetim
anlayışının halen kontrolü kaybetmemek
istediğinin tezahürü. Peki değişim ve dönüşümü
önceleyen bakış açısı burada nasıl
yeşerecek…unutulmamalı ki, yasak olmayan serbest
olmalı.. Her şeyi yasak mantığına göre kanunda
var mı sorusu Hukuk Devleti olmak yerine Kanun
Devleti olmaya götürür.. Tarih bu tür
anlayışları mahkûm etmiştir.
Unutulmamalıdır ki, özgürlükleri yönetmeye talip
olmak istemeyenler kendi yetersizlikleri ile
yüzleşmekten korkanlardır. “İnsanı yaşat ki
Devlet yaşasın” şiarımız özgürlükçüdür. Aksi
düşünceyi önceleyen, bunun tarihsel acılarını
çeken toplumlar yanı başımızda…
Özgürlükleri önceleyerek ufkun ötesinde doğmayı
bekleyen akla gelin el verelim, güce dönüşsün…
EKİM 2022
'Av. Arb. Dursun YASSIKAYA'
Adres: Fatih Sultan Mahallesi, Dumlupınar Bulvarı, 2700. Cadde, ARP Kule No: 3/30 (Kat: 15), 06790, Etimesgut/ANKARA
Telefon: +90 312 430 71 71
Faks: +90 312 430 60 70
E-posta: info@yassikayahukuk.com
© 2022 YASSIKAYA Hukuk Bürosu. Tüm hakları saklıdır.